Pazartesi, Aralık 31, 2012

GÜLEN ORTADOĞU


Saygın okurlarım,
Hayatta olmayasın
Kunduracı keskisi gibi
Hep bana hep bana
Nede olasın rende gibi
Hep sana hep sana
Ol bir testere gibi
Bir sana bir bana
Bu sözleri eski parlamento muhabiri olan sevgili Babam Tanzer GÜRSU bana NOK Haber Yayın Yönetmeni olduğum zaman çerçeve yapıp yazılı olarak büroma koymam için vermişti,  her hüzünlü miras gibi bunu da karşımda büroda  bulunuyor...
Yılın son günü Testere gibi olalım nedesiniz?
Bir odun kuru ve kesmezsek bir sürü genç ve körpe çınarlara zarar verecek bu kartlaşmış odundan kurtulmamız gerek yalnız kolları çok uzun ben testereyi veriyorum elinize kullanıp kullanmamak sizlere kalmıştır unutmayın uzun bir odunu parçalamak veya körpe çınarların ölümünü seyretmek veya buna göz yunmak size kalmıştır…
1975-1980 yılları arasında İzmir’de bir olay yaşanmıştı…
Çınarlar orada boy atı ve bazıları devrildi…
Bu olayların geçtiği senelerde  sol ve sağ denilen terör olayları doruk noktasına çıkmış ve herkes kendine taraftar elde etmek için bazı oyunlar yapmaktaydı bu oyunlar daha çok dış istihbaratların desteği ile oluyordu, sayınlar aynı şimdiki zaman dilimindeki gibi yine sayındı…
O zamanlarda bu zamanki gibi din sömürüsü yerine milliyetçi, sosyalizm ve soğuk savaşta bir arada yürüyordu.
Bir bölgede koyu sözde milliyetçi kesim, bir bölgede sosyalizmi ön plana alan topluluk olarak göze çarpıyordu bu madalyonun görünen kısmı idi.
Birde görünmeyen kısmı vardı ki şimdiki siyasi oluşumun yer altında gizli, gizli ülkemizin değerlerini ve yapılarını kazmak için plan ve proje üretiyorlardı, bu üretim şimdi meyvelerini verdi. Bunu o sıralarda kimse umursamıyordu…
Bunlar birbirleri ile kıyasıya dövüşürken kıs, kıs bıyık altından gülen ve her iki tarafa da aynı silahları veren silah tüccarları da vardı.
Bu yıllarda İstihbarat bölümlerine bu sözde doldurma bilgilerle eğitilmiş milliyetçi geçler alınmaya başlandı, diğer tarafta ezilmiş halkı temsil eden sosyalist eğilim içinde bulunan genç kesim vardı.
Devlet içinde devlet olmaya kalkışan bu iki taraftan devlet birini seçtirilmek için zorunlu olarak dış istihbaratlarla da zorunlu ilişkiye girmeye zorladı.
Seçtikleri o kişiler şu anda bile faal durumda bulunan, doldurma bilgilerle yetiştirilmiş milliyetçi kesim olan gençle şu anda baba ve anne olarak aramızda.
Bu gençler sağ ve sol partilerin içlerine kadar sızdırılmışlardı ve faal olarak hiçbir görev yapmamaları konusunda uyarılmışlardı, bu uyarı ikinci bir emre kadar geçerli olacaktı, ikinci emir yakında, bunu da tahmin ediyoruz..
Bunun yanında medya ve yandaşlarına ortak olmak üzere eğitilmiş ve maddi olanaklar verilmiş, kendini kamufle eden kişilerin varlıkları da biliniyor..
Yine önceden belirttiğim gibi görünmeyen yüz olarak tabir ettiğim din odaklı dini istismar eden kesimlerin de bir kısmının bu gizli kalmış örgüt yapısında olduğu da biliniyor.
Kendine saygı göstermesini isteyen siz Sayınlar bunu sizlerde çok iyi biliyorsunuz…
Bu din ve hazır kuvvet eğitenler arasında çok bilinen bir isimde var…
O ismi hepiniz tekraren söylüyorum biliyorsunuz Fethullah Gülen…
Bu zat, 27 Nisan 1941 doğumlu olan Türk yazarı, eğitimci ve Müslüman bilgin.
Diyorlar bilgiyi nereden aldığı belli değildir ama Türk yazarı olduğuna da inanmıyorum çünkü şimdi ABD’de yaşıyor.
Niye yaşıyor derseniz işte orası tartışılır, burkardır, Türkiye’de bilgin demek çok kolaydır, bu kadar kolay bilgin olması için yeterli, CAI bulunduğu bölgeyi karıştıran bu tür bilgin adamları çok sever ve bu insan bilgin diyorlar...
Birde bir hareketi kurucusu olmuştur bu bilgin adam ve bunu adı ise Gülen hareketi olmuştur. Yukarıda belirttiğim gibi şimdiki merkezi Halen bir kendini empoze sürgünde yaşayan Pennsylvania’dadır buda ABD’de bulunmaktadır ve bu Türk Yazarıdır…
Evet,
Bu zat zur kişi, din bilgin olduğu içi siyasete çok önem vermiştir, Gülen öğretir Anadolu sürümü İslam,  doğan Sünni Müslüman âlim Bediüzzaman Said Nursi 'nin öğretileri ve bunların modernizasyonu bilim yapmıştır.
Gülen, bilim, inancını ifade etmiştir dinler arası diyalog Kitap Ehli ve çok partili demokrasi ortamını sözde bulmuştur.
O, Vatikan ve bazı Yahudi örgütleri ile böyle bir diyalog sözde bilim ve siyaset için başlatmıştır, bu din ve siyasetin aynı olduğunu sözde göstermiştir, her şey mubah olduğunu söze bilim olarak öğretmiştir.
Gülen aktif modern dünyada Türk devleti ve İslam'ın geleceği ile ilgili toplumsal tartışma yer almak için he türlü ortamı lehine çevirmiş ve CIA için çalışmalar yapmıştır.
Buda İngilizce dil medya tarif edilmiştir "dünyanın en önemli Müslüman figürlerinden biri." Türk bağlamda Gülen'in nispeten muhafazakâr ve dindar” gösterilmiştir.
Bu kişi artık deşifre edilen bir kişi olmasına rağmen yeni ana yasa taslağı ona sunulmak üzere A.B.D ye gitti, icazet aldıktan sonra anayasa taslağı belki bizlere de açıklanır…
Geriye ve ileriye bakacak olursak bu olgunun gerisi de ilerisinde aynı, işte  tarihini bilmeyen ileriyi göremez bilgiyi veren onlar parsayı toplayan onlar…
Yurdumuzda A.B.D olgusunu böylede tanımlana bilir…
Yalnız şunu unuttular bu gençlerin çoğunluğu bu karanlığa kapılsa da genetik yapılarında Türk kanı vardır hata insana mahsustur, birde derler ki “ insan oğlu çiğ süt emiştir “ fakat hangi anadan emdiği önemlidir..
Gençlerimiz geçmiş yıllarda, bu olgu çerçevesinde şimdide olduğu gibi  o yılarda aralarında aynı görüşten olsalar da  aralarında bazı tartışmalar oluyordu, bu tartışmaların sonunda bu kişiler belirleniyordu…
Geçmişte şu da vardı;  fikre ve düşünceye şimdiki gibi siyasi baskıda henüz kurulmamıştı, fikri hür düşüncesi hür kişiler toplumda bu sağ ve sol teröre rağmen yetişiyordu bu engellenemez bir olgu olarak dünyaya gösteriliyordu şimdiki siyasete bilinçli çözüm arayan kurumlar ve örgütlerin başında bulunan kişiler o yıllarda yetişen sağ ve sol kamplara bölünen gençlerden başkası olamaz ve artık olmayacaktır….
1975-1980 Teknoloji o kadar ileri saflarda değildi; bu aralarında tartışan kesim istihbarat elemanları tarafından bilhassa üst düzey elemanları bire bilgi hazinesi olduğu biliniyordu…
Takip edilip periyodik olarak bu kişilerin sicil  bilgileri merkeze bildiriliyordu, alınan talimatlar gereğince terör olayları bahane edilip birilerinin inisiyatifi doğrultusunda olaylar tezgahlanıyordu…
Kaç kişinin öleceği veya nerde öleceği bu tezgah sırasında belirleniyordu ,  önleyici olarak tuttukları sol görüşlü gençler ile sözde milliyetçi gençler arasına nifak sokulup sokak  kavgası çıkarılıp birbirlerini öldürmelerini sağlanıyordu…
Bu ölümler uzun süre devam etti ve herkes terör cinayeti olarak bunları gördü…
Hâlbuki bunlar birer fikri ve düşünceyi yok edip ülkeyi bölmek için planlanan tezgâhlardan başkası değildi, bundan habersiz emniyet güçlerine   gereken bilgiler saptırılarak veriliyordu…
Şimdiki gibi tam bir kâbus görme ve korku ortamı Türkiye’de hazırlanıyordu...
Devlet içten içe bulunduğu bu devirde milliyetçi kesime son derece önem veriyordu, aslında buna önem veren devlet değil daha sonra bölünmeyi yaratacak dış istihbaratın yaptığı ve yaptırım uyguladığı bir senaryonun parçası olarak bu sözde milliyetçi gençler, iç ve dış ülkelerde çoğu devlet için gizli işlerde kullanıldılar.
Bu  piyon olarak kullanılan kişi ve kurula grupların yaptığı  işler yine dış istihbarat ajanları tarafından sıkı kontrol ediliyordu yaptırım uygulayan dış istihbaratların oyunları olduğunu bu gençler anlamadılar..
Zenginlik ve para gücü bunların gözlerini kör etmişti, ezmek ve yok etmek tek görevleri idi…
Diğer ezilmiş pozisyonunda bulunan gençlerin aldatılmaları daha kolay olurdu…
Bunları bir yardımcı güç olarak eğitimlerine önem verildi çünkü bu milliyetçi kesim şımardığı zaman bular devreye girip ortalığı karıştırmaları sağlanmalıydı…
Kısaca gençlik üzerinden şimdiki gibi senaryo görünümünde oyunlar oynanıyordu…
Bunun yanında ileriye dönük senaryolarda yapılıyordu bunlar din ve etnik terör senaryolarından başka bir şey değildi…
İşte bu ortamda birbirlerini üniversitede tanıyacak iki arkadaş birbirlerinden haberi olmadan büyük bir üniversite olan Ortadoğu Teknik Üniversitesine girdiler...
Bu arada Gülen cemaat kurmaya başlamış ve gözünü Ortadoğu’ya çevirmişti çünkü ilerde yapılacak senaryolarda ön plana çıkacak bu Teknik Üniversitesine olacaktı burada zamanı gelince olacak olaylar tüm Türkiye’yi sarabilirdi…
Önce öğretim üyelerini değiştirmek veya değişik fikirler katmak olacaktı bu olguyu zaman yaymak en olumlu olay olacaktı…
1975-1980 yılları arasında bu iki arkadaş bir birlerinden habersiz  Ortadoğu Teknik Üniversitesine girdi demiştim…
Biri köyden ezilen toplumu temsil olarak görünen şehit torunu ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı bir köy delikanlısı, ikinci kahramanımız genç, bu kahramanımızın  ise babası zengin aynı köyden gelen genç gibi bir Atatürkçü milliyetçi çizgide bulunan bir doktorun ikinci Çocuğu idi.
Gülen ve dış istihbarat teşkilatları o zamanlar görünmez olarak Ortadoğu Teknik Üniversitesine sımışlardı, iki kesim artık orada idi…  
İkinci kahramanımız son derece yakışıklı tam bir Türk delikanlısı olarak görünüyordu..
Bu ailenin birinci çocuğu ise kız ve sosyalist olaylara katılmış bir genç kız idi.
Köy delikanlısı ile arkadaş olan ikinci kahramanımız onun adeta kardeşi ve sırdaşı olmuştur…
Bu iki delikanlıyı birleştiren tek şey Atatürk’e olan inançları olmuştu...
Bu iki genç üniversite hayatları boyunca hep beraber olmuşlardı…
O zamanki Siyasi sol Olaylara beraber girmişler…
Olaylarda polisten beraber kaçmışlar, hatta bir gün Polis Copu ile her iki delikanlının ayakları kırılmıştı…
Buna rağmen yine de boş kaldıkları zaman kendilerine göre en mühim şeyi yapıyorlardı...
Türkiye için iyi ve dürüst politika nasıl olur bunu kimler başarır diye, en geniş bilgiye ve dokümana sahip olan kurum, Milli Kütüphanede vakitlerini geçiriyorlardı.
Buldukları sağ ve sol kitapları o zamanlar son derece gizli ve saklı olarak okuyorlar ve saklıyorlardı, ama yeşil kominiz denilen din kökenli komünistlere kimse karışmıyordu, çünkü onları görünmez bir el koruyordu…
Bir gün yaşadıkları eve bir baskın yapılmış, tüm ders kitapları dâhil hepsi yakılmıştı, ki arkadaş bunu sorguladıklarında ise;, neymiş efendim sakıncalı kitapmış demişlerdi, bu kitaplar şimdileri herkesin evinde ve kütüphanelerde sergileniyor…
Ne değişti biliyor musunuz?
Yalnız fikir üretmek ve fikri savunmak değişti yukarıda da belirttiğim gibi bu değişim zaman içine yayılmıştır…
Onlar hiç yılmadılar hep siyaset ile okullarını bir arada götürmek  istiyorlardı, sanki zaman onların lehine işliyordu, tam tersi olan olgular yavaş yavaş o üniversitenin içine giriyordu..
Düşündüklerinde karşılarında ki gurup ile kendileri arasında hiçbir fark olmadığını ve bu terörün  dış odaklarca yapıldığını düşünüyorlardı ama anlamadıkları daha çok şey vardı...
Derslerinin yanında devamlı siyaseti ve politikayı yine yapılamayacağını bile, bile buldukları kitapları satın alıp okuyorlardı.
Her zaman emperyalist güçlerin halkı nasıl ezdiğini ve köle haline getirdiğini, buna karşın ezilmiş halkların nasıl davrandığını çözmeye çalışıyorlardı…
Düşündüler, düşündüler , “bu ortamda yaşayanlar bu konuda tez bile yaparlar” dediler bilgi birikimleri gitgide gelişiyor bu birikimleri analiz ediyorlardı…
Bir analist eden biri daha vardı oda Gülen öğretileri ile üniversiteye giren gizli öğretim üyeleri ve yetiştirdiği öğrencileri idi bular kendilerini son derece kamufle etmişilerdi..
Bizim arkadaşlar yanlışlarını seçiyor, karşı grubun doğruları ile pekiştiriyorlardı sıra bunu arkadaşlarına söylemeğe gelmişti burada tereddüt içinde kaldılar çünkü bunlar mı doğru yoksa yaptıkları ve yapacakları eylemler mi?..
İşte bu ikilem içinde kalmışlardı…
O yıllarda ve yaşadıkları ortamda yaşamak ölmekten daha zordu, bunu o iki delikanlıda biliyordu..
“Ne olurdu kimse ölmeseydi ve fikir ile mücadele edilseydi”  diye çok kafa yordular...
Yukarıda da belirttiğim gibi bildikleri bilmediklerinden azdı…
O bilmediklerini de onlara çıkarları doğrultusunda yanlış kişi ve gruplardan adapte edenleri biliyorlardı ama bilmek yapmakla aynı çizgide gitmiyordu.
Kendilerine bu anlamsız olguyu bile anlatamıyorlardı, fikirler ve düşünceler hep havada kalıyordu…
Yine ezilen halk kendisi ezen halk kendisi bu nasıl işti bu nasıl bir ideoloji savunmaktı…
Sağ ve sol ideolojisi acaba ATATÜRK ideolojisinden daha mı iyimi , yoksa en iyisi ATATÜRK ideolojisi mi?...  
Bunları düşünüyorlardı her zaman tek bir yerde takılıp kalıyorlardı ATATÜRK bu olacakları nasıl biliyordu nasıl bu kadar halkını tanıyordu…
Karşı koymak yetmiyordu onlara karşı koyup uygun fikirler geliştirmek gerekiyordu bu hiç kolay değildi fakat bundan yılmayı hiç düşünmeleri gerekiyordu...
Karşı görüş deki gençlerde bu tür düşünüyorlar mıydı acaba?..
“ Tabii ki insan olan bunları düşünürdü “ diye düşündüler çünkü varlardı, şimdiki zamanın tersine düşünen bir üniversite toplumunda yaşıyorlardı ve bu toplum herkesi kucaklıyor ve bilim üretiyordu…
Bilimin dışında hiçbir ideolojik beyin yıkama eğitimi verilmiyordu, bir arkadaşlarına bir şey olsa hep birlikte önlem alıyorlardı, bu önlemler siyasi boyutta olsa da hemen birlik oluyorlardı…
İşte o birliği bozmak için Gülen ve yanında olan dış istihbaratlar çalışmalarını yapıyorlardı, bunu ortamı bozmak kolay olmayacağını bildikleri için özel vakıf üniversiteleri kurdular ama Ortadoğu Teknik Üniversitesine yatırım yapmaları gerekiyordu…
Daha sonra bu üniversiteden yetişmiş kalifiye öğrencileri de bünyelerine katabilirlerdi bu yatırım son derece gizli yapılması ve yapılanma olmadan öğrenilmemesi gerekiyordu…
Bunun yanında 1982 yılından sonra oluşumu denetlemek için genelde 5 senede bir olmak üzere oluşumlar test edilmeye başlandı, çünkü olan olgular sonucu diğer vakıf ve özel tüzel üniversitelerde çalışan personel için yaptırımlar uygulanacaktı. Son olarak 2012 Aralık ayında bu test edildi, 2000 üzerinde polis Ortadoğu Teknik Üniversitesine geldi ve test başarılı oldu…
Şimdi diğer üniversitelerde olacak olaylar daha iği analist yapılabilir, kimlerin kalıp kalmayacağı anlaşılmıştır…
 iki arkadaş tatil için 1975-1980 yıları arasında bir yaz tatili için İzmir’e gitti.
Bu arkadaşlardan biri arkadaşından daha zengindi ve zengin arkadaşının babasını yazlığı vardı bu arkadaşlar o yazlığa gitmişlerdi…
 1975-1980 yıları arası terör ve yapılan senaryolar en uç noktasında idi…
Çoğu gencimiz ölüyor, çoğu gereksiz sebeplerle tutuklanıyordu…
Yukarıda belirttiğim tutuklamalar o dereceğe varmıştı ki herkes söyleyecek sözlerinin bile şifreli olarak birbirlerine söylüyorlardı, bu sözler yoruma açıktı ve o yorumları Gülen cemaatindeki emniyet mensupları yapıyordu…
Fakat bu cemaat bilinmediğinden bunlara derin devlet yakıştırılması yapılıyordu…
Bu şifreler çoğu zaman ikiye ayrılmış kâğıt paralar olarak veriliyor ve bu para ile iki arkadaş tanışabiliyorlardı ve fikirlerini böylelikle birbirlerine aktarabiliyorlardı…
Şimdiki zamanda olduğu gibi kimse kimseye güvenmiyor, herkes birbirine şüphe ile bakıyordu…
Ben size her zaman dediğim gibi ben bu filimi daha önce gördüm ve bunları sizlere saygın okurlarıma değişik zamanlarda yazdım ve ömrüm olduğunca yazacağım…
İlk defa böyle bir yazı yazıyorum…
Evet,
Derin devlet varsa o Gülen Cemaatidir, bu olgu araştırılmalıdır…
Yakın tarihimize bakalım:
Saygın Bülent Ecevit’le sayın Necmettin Erbakan’nın koalisyonu kurulması…
1980 ihtilali, ANAP döneminin kurulması, Sayın Turgut Özal’ın önce başbakan daha sonra Cumhurbaşkanı olup öldürülmesi…
Doğru yolun başına geçtikten sonra hemen Sayın Tansu Çiller’in başbakan olması…
ANAP partisinin başına Sayın Mesut Yılmazın gelmesi ve partinin yok oluşu…
Sayın Cem Uzan olgusu oluşumdaki Gülen cemaatinin rolü ve Genç Partinin ortaya çıkması…
Şimdilerin Sayın denilen Recep Tayip Erdoğan’ın önce İstanbul bellediği başbakan olması, daha sora hızla yükselip Başbakan olmasındaki inanılmaz rolü Gülen cemaatinin yükselme dönemini gösterir...
Sayın Deniz Baykal olgusu, ve Sayın Kemal Kılıç-dar-oğlu’ nun muhalefet lideri olması esnasında yaptığı politik oluşumları göz ardı edilemez…
Zorda kalınca AKP’ye yardımcı olması için ve ters düz politikaları üretilmesi için Sayın Devlet Bahçelinin MHP başkanı olması olgusundaki Gülen cemaatinin büyük rolünü görmemiz gerek…
Sıra Atatürk’ün evine Türbanlı Birinin konulması olması gerekti en uygun aday Sayın Abdullah Gül olacaktı, Sayın Abdullah Gül’ün önce başbakan sonra Cumhurbaşkanı olması bu cemaatin en büyük başarısına bir örnek olarak gösterilir…
Şimdiki siyasi oluşumun oluşturulması esnasındaki Sayın Bülent Arınç’ın T.B.M.M başkanı olmasındaki Gülen cemaatinin rolü büyüktür…
Ülkenin PKK yolu ile bölünme olaylarının başlaması ve 1980 ve öncesindeki birçok siyasi cinayetlerdeki oluşan olgulardaki istihbarat çalışmaları…
Şimdiki oluşumun yaptığı Ergenekon, Balyoz gibi siyasi davalarda yatan yegâne olgunun oluşumundaki birinci suçlusu Gülen cemaatinin hazırladığı olanak ve ortamdır, Ergenekon davasında başkanı bir zamanlar arıyorlardı, hiç uzakta aranmasın o 23 saat uzakta hatta başkan olduğunun fakında bile değil…
Şimdiki zamanda ve ortamda aynı Sayın Özal gibi  Sayın Erdoğan’ı cumhur başkanı yapması ve de bu olgu için Sayın Gül ile araları sanki açıkmış gibi olguların yaratılması için yapılan siyasi aksiyonları yapması  bu cemaatin Türkiye’de söz sahibi olmasını göstermektedir, çünkü hiçbir başbakan 2000 den fazla polisle bir üniversiteye gitmemiştir, yerine muhtemelen sayın  Arınç’ın geçirileceği ve yeni başbakan olacağı kulisler arasında konuşulmaktadır, tabii ki bu görülen bir olgudur fakat görünmeyen ve “B” planı olarak da biri olabilir, umarım bu sefer eceli ile ölen bir Cumhur başkanı Atatürk’ün köşkünde oturur…
Bakın ben yine iği niyetliğim çünkü bu filimi daha önce ben gördüm, görmeyenler için halk dili ile yazarak “korkunun ecele faydası yok” diyelim mi?
Anlattığım yıllarda bir bölgede, bir grubu denetçisi olan aynı taraftan yönetilen emniyet kuvvetleri, bir tarafta öbür grubu destekleyen emniyet  kuvvetleri vardı…
Kısaca emniyet kuvvetleri bile aralarında bölünmüştü ve kim daha çok tutuklama yaparsa o emniyet kuvveti başarılı oluyordu..
Gizli bir rekabet ve şimdiki zaman gibi ispiyonculuk artık halka adapte ediliyordu…
Bu tutuklananların yerine seçme gençler bir sürü vaatlerle söylenerek, isteyerek veya   zorla kendi gruplarına katılım işlevleri de son sürat senaryoya konup gerçek hayata geçiriliyordu…
 İşte bu senaryoları bizim iki arkadaşa uygulanmıştı…
İki arkadaş yaz tatilleri için geçireceği iki katlı eve akşam saatlerinde yorgun olarak gelmişlerdi…
Bu yorgunlukla kendilerine önceden aldıkları çayı yaptılar ve bir süre sonra kendi odalarına çekilip yattılar…
Ankara’dan çıktıklarından bu yana onları takip eden karşı gruptan haberleri yoktu, bu karşı grup daha önceden bunu planlamışlardı ama bu plan bir kişilikti, hemen ek plan yapmaya ihtiyaç vardı dış istihbaratlardan öğrendikleri oyunu uygulamaya karar verdiler…
Bizim iki arkadaş sabah kalktılar, bir dilim ekmek ve zeytinle o aldıkları çayı yaparak kavatlı ettiler…
Her ikisinin de parası kısıtlıydı, zengin olan arkadaşı öbür arkadaşının moralini bozmak için ailesinden para istememişti…
Arkadaşlıkları öyle kuvvetliydi ki onları hiçbir konuda kimse ayıramazdı…
Bu nedenle zengin ailenin çocuğu olan arkadaşı, arkadaşı ile aynı türde tatil geçirmeği istemişti, tek ona yaptığı şey şu olmuştu ailesinin yazlığına getirmekti zaten bunu zar zor ikna edebilmişti…
İki arkadaşın  o günkü planları  çıkıp etrafı görmekti…
Kahvaltıdan sonra evden çıktılar kendi bahçelerinde  yüz metre yürüdükten sonra kasabaya varıyorlardı, yürürken önlerinde para dolu bir cüzdan olduğunu fark edip hemen o cüzdanı aldılar içine bakıp kimlik aradılar yalnız para vardı…
Bir süre birbirlerine baktılar sonra bunu götürüp polise veya karakola vermeği düşündüler…
İkisi de OTÜ’ de   okuyorlardı bu nedenle kimseye hele emniyete güvenmemeyi çok önceden deneyimleri ile öğrenmişlerdi.
O parayı orada bırakalım mı, bırakmayalım mı? Diye çok düşündüler…
İki arkadaş şunu düşündüler, tatilleri burunlarından gelebilirdi…
Buldukları  cüzdanı orada bırakıp gitmeği bile düşündüler…
Birde şu vardı onların bahçesinde olduğu için belki de ailesi iyi vaziyette olan arkadaşının babası düşürmüş olabileceğini düşündüler…
En iyisi merkezde ki telefon kulübesine gidip arkadaşının babasına telefon etmesini sağlamaktı, yalnız bu o kadar kolay değildi çünkü Ankara’dan gelmeden önce telefonda bir konuda bası ile tartıştıklarını da bilen arkadaşı zorla onu ikna etti…
İki arkadaş telefon ettiler ve babasının yurtdışına gidip orada bir konferansa katılacağını öğrendiler…
O zaman ne yapmalıydılar?
Parayı alıp eve döndüler ve evde sakladılar ve dolaşmaya çıktılar eve tekraren döndükleri zaman aynı yere yakın bir yerde aynı cüzdana benzer bir cüzdan ile karşılaştılar bu sefer şüphelenmeğe başladılar ve alıp o cüzdanı da eve girdiler aynı öbürü gibi içi tıka basa para doluydu, kim bunu bırakıyordu?..
Bu yukarıdaki olay dört gün böyle devam etti…
Bizim iki arkadaş dört günde yaklaşık şimdini parasıyla 4.000 YTL paranın sahibi oldular, bu paranın 1 YTL sine bile dokunmadıkları halde beşinci gün deniz kenarına giderken en az 10 kişi iki arkadaşın etrafını sardı…
İki arkadaşı birbirinden ayırarak önce dövdüler, sonra zengin olan arkadaşını alarak bir şeyler söylediler sonra bu on kişi gittiler…
Ağızları burunları kan revan içinde eve zor giden iki arkadaş evde başlarına geleni ve daha önceki dört günün sebebini buldular…
Olayı tezgâhlayan Ülkü ocakları denilen HP ye bağlı kurumun elemanları olduğunu söylemişler ve de kenara çekip konuştukları zengin ailenin çocuğunu ülkü Ocaklarına kayıt etmek istediklerini, bu olgu çerçevesinde eğer üye olmaz ise verdikleri paranın dört katı olan parayı bir sonraki gün istediklerini iletmişler…
Eğer talimatları  olmaz ise ailesini ve kendisini bu ülkede yaşatmayacaklarını belirmişlerdi...
İki arkadaş bu durumdan nasıl kurtulacaklarını düşüne devam ettikleri sırada senaryonun son aşamasına gelmişlerdi…
Ertesi gün gidip ülkü ocaklarına kendilerini kayıt ettirdiler, bir sorun daha vardı en büyük sorunda o idi OTÜ’ de bunu nasıl ve ne biçimde anlatacaklardı üç senelik üniversite hayatları ve kendi hayatlarının bittiğini artık biliyorlardı ama bunu kabullenemiyorlardı…
Düşündüler burası İzmir bölgesi idi beklide saklayabilirlerdi, böylelikle 6 hafta daha geçti, Ankara’ya dönüş vakti gelmişti..
Ankara’ya döndükleri zaman dönem kayıtlarının zamanını öğrenmek  için OTÜ’ ye gittiler eskiden bilgisayarda bu kayıtlar olmuyordu…
Ankara’daki OTÜ Yurdunda artık duramazlardı, zorla buldukları bir ev kiralayarak eve geçtiler…
Bu eve eşya almak için alışverişe çıktılar,  döndüklerinde kapıda iki kişi duruyordu bu kişiler onlara aynen şu sözleri söylediler “ Biz hükümet tarafından geliyoruz, İzmir’deki ülkü ocaklarına yaptığınız kaydınız Ankara’ya alındı artık emirleri buradan alacaksınız” dediler ve gittiler…
Bizim iki arkadaş şimdi ne yapabilirdi İzmir’de yaşadıkları olay Ankara’ya nasıl gelmiş ve emirler dediği şeyler ne olabilirdi.
Nasıl bir işti bu anlamak şu anda imkânsızdı, “Nasıl olsa kokusu çıkar” dediler ve beklemeye başladılar bu bekleyiş sanki onlara yılar gibi gelmişti, 6 gün sonra yine o iki kişi kapılarını çaldı ve bizimle geleceksiniz dedi…
Kapıda bulunan ANADOL markalı bir arabaya binip gittiler, arabada  gözleri bağlandı ve bilmedikleri bir evin bodrum katında gözleri açıldı yüzlerini görmedikleri iki kişi daha vardı konuşmaları yabancı olduklarını ve emirleri onlardan alacaklarını anladılar…
Birinci yabancı kişi onlara şunları söyledi, “ Okudunuz üniversitede  olacak olayları ve tüm eğlemeleri bir rapor  halinde bize bildireceksiniz “ dedi…
“Bunu bildirmezsek ne olur” diye sordular bizim iki arkadaş susan ikinci yabancı kişi bağırarak “ İzmir’de size söylenenleri unuttunuz mu? İsterseniz tekraren hatırlatsınlar komünist köpekler“ dedi ve bizim iki arkadaşı önceki onları getiren iki kişi dövmeye başladı köyden gelen delikanlı arkadaşı bayılınca zengin arkadaşı yerden kalkarak “ Durun kimin köpek olduğu belli tamam yaparız bırakın onu” dedi…
Yine gözleri bağlandı sürüklene, sürüklene arabaya bindirildiler, ellerine İstanbul numarası bulunan bir teflon numarası verilerek evlerin önünde köpek gibi atıp gittiler…
Bir iki hafta aradan geçmişti Dev Sol denilen sol örgüt büyük bir eyleme hazırlandığı haberi bizim arkadaşlarca onlara verildi, bu eylemde yaklaşık her iki taraftan 15 öğrenci hayatını kaybetti…
Aylar ayları kovaladı bir gün zengin olan doktorun oğlunu İzmir’deki evine bir telefon geldi telefonun ucundaki ses aynen şunları babasına söyledi “ oğluna söyle bize bir daha yanlış bilgi vermesin hayatından olur” dedi ve telefonu kapattı bunu duyan babası hemen Ankara’ya gelerek oğlu ile konuştu.
Olaylar öğrendikten sonra Ankara ülkü ocaklarına gitti buradan olumlu bir yanıt alamayınca İzmir’e geri döndü ve İzmir’deki ülkü ocağına bir kere daha gitti, kimse onları tanımıyordu ve olayı da inkar ettiler…
Baba onlara  “oğlumun size ne kadar borcu varsa 4 katını ödemeğe hazırım” dediği halde onlardan da olumlu bir yanıt alamadı…
Bu olayların sonucunda artık doktorun oğlu açığa çıkacağını anlayan dış güçler toptan yok etme planını hazırladılar ve uşak olarak kullandıkları kişilere talimatı verdiler…
Sonuç:
Olayların geçtiği zaman diliminde olayları olduğu ve son talimatların verildiği zamandan 3 gün sonra Ankara’da bir eylem olur bu eylemde doktorun oğlu öldürülür.
Aynı zaman diliminde doktor yolda giderken bir ANADOL marka otomobil çarpar ve orada öldürüldü…
Yine aynı zaman diliminde doktorun evine hırsızlar girer kızının ve hanımının ırzına geçerek öldürülür…
Köyden gelen delikanlı Üniversite son sınıfta iken okulunu bırakır ve köyüne döner, 1980 yılında olan ihtilalden sonraki dönemde ortadan kayboldu…
Bir üniversite, bir bölücü terör odakları, bir dış istihbarat ajanları, bir tatil zamanında 2 aileyi nasıl bir anda bitirdiği bu gerçek olguda görünüyor…
Önlem alınmaz ise buna benzer olgularında yakında buna benzer olaylar ve olgular teknoloji yolu ile güncellenmiş olarak ülkemizde göreceğiz…
Yavaş yavaş üniversiteler karışıyor sorun ne olursa olsun üniversitedeki elemanlar öldürülüyor, TSK içinde oluşan oluşumlar ve olgular görünen iki yılda çok ileri düzeyde Cemaatin eline geçtiği su üzerine çıkmıştır…
2012 yılının son günü bu gün…
Tüm Türkiye yeni yılınız kutlu olsun…
Saygılar…
Rogg & Nok Genel Yayın Yönetmeni…
Cessur Demirali GÜRSU
31-12-2012

Çarşamba, Aralık 26, 2012

Gündem Yaratmak


Saygın Okurlarım,
Levent Kırca’dan Kılıçdaroğlu’na ayarsız protesto yaptı diye gündem yaratanlar için yazıyorum, lütfen alınmayın çünkü gündem yaratmak bu olmamalı diye düşünen biriyim…
 24 ARALIK 2012 gecesi Sanatçılar Girişimi tarafından düzenlenen “Diktaya, Korkuya, Adaletsizliğe, Sanat ve Sanatçı düşmanlığına karşı Büyük Buluşma. Reddediyoruz” başlıklı toplantıya tiyatro sanatçısı Levent Kırca’nın sözleri damgasını vurmuştu...
Aydınlık gazetesi yazarı olan ve ekim ayında İşçi Partisi’ne katılan Levent Kırca, İstanbul Bostancı Gösteri merkezinde düzenlenen etkinlikte konuşma yapan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşmada sırayı bozduğunu iddia ederek protesto etti diye eleştiri yağmuruna boğuldu, fakat gazeteci değil o bir sanatçı idi...
Sanatçı kimliği ile zannettiğim kadarı ile tepkisini bildirdi, hemen hemen her yazımda yazdığım gibi etki tepkiden gelir kim bilir ne etki gördü ki tepki gösterdi. Evet, bunu sorgulayan yok... 
Kılıçdaroğlu’nun konuşma sırasında öne alındığını belirten Kırca, “Benim de işim var, belki bir karı buldum gidip onu düzeceğim” dedi. 
Bu sözleri ile eleştirebilirsiniz fakat o bir sanatçı olduğunu unutmamak gerek, o bir siyaset yapan sayın değil, bunun yanında sanatçı demek her şeyi yaparım demek değildir fakat sanatçıda insandır dayanma gücü sınırlıdır…
Kendince gördüğü yanlışlar ve göreceli olarak bunu yansıtır, Mustafa Kemal Atatürk “Efendiler; hepiniz Milletvekili, Bakan ve hatta Cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz! Ama sanatçı olamazsınız!..” demesi altında yatan geçek bu ve buna benzer girişimlerin elbet kurduğu Türk Cumhuriyetinde olacağını düşünmüş ve böyle bir söylem yapmıştır…
Şimdiki oluşum şimdiki zam diliminde bir başlangıç olacak,   “Diktaya, Korkuya, Adaletsizliğe, Sanat ve Sanatçı düşmanlığına karşı Büyük Buluşma. Reddediyoruz” adı ile yapılan bir organizasyonda bir sanatçı dobra dobra konuşabilir, belki dinleyicileri güldürmek için bu sözleri söylemiş olabilir, yazdım ya, etki tepkiden gelir...
Bir başka taraftan bakacak olursak,  24 ARALIK 2012 gecesindeki gerçekleşen etkinlikte sanatçı Melike Demirağ yuhalandı.
İşte benim bir yıldır yazdığım yazı şekli bu; bir senedir halk isyanı kokusu var diyorum, ve saygı ve sevgi kalmadı diyorum...
Sol, Sağ, aydın, aydın olmayan, sanatçı, sanatçı olmayan, yazar, yazar olmayan, siyasetçi, siyasetçi olmayan, düşünen, düşünmeyen, bilim adamı olan, bilim adamı gibi davranan, kısaca halkımız fikre ve düşünceye karşı olan tepki ve etkisi 24 ARALIK 2012 gecesi   “Diktaya, Korkuya, Adaletsizliğe, Sanat ve Sanatçı düşmanlığına karşı Büyük Buluşma. Reddediyoruz” etkinlikte de  sesiz isyan olarak ortaya çıktı...
Asıl bu sorunu irdelememiz gerek...    
İşte görünen; Demirağ söylediği şarkı esnasında slogan atılmasına karşı çıkınca elektriklenen salonda Demirağ’ın aleyhine slogan atılması.
25 Aralık 2012'de de Erciyes Üniversitesi’nde konuşan Kırca, Sezen Aksu, Halil Ergün ve Ali Poyrazoğlu için, “Buradan gıyaplarında yüzlerine tükürüyorum. Onlar vatan hainidir” dedi.
Bu o sanatçının ön görüsü olarak bir yede kabul edebiliriz…
Bu fikrinin çürütecek delileri verebilirlerse Kırca'nın ön görüsünü çürütecek tek kişiler başta Sezen Aksu, Halil Ergün ve Ali Poyrazoğlu olmalıdır…
Etki tepkiden gelir bunların hepsi de sanatçılar kendi aralarında tabii ki bizden iyi kendilerini bilirler…
Bizler dış kapının mandalı olarak susup tarafsız olarak olguları takip etmemiz gerekir... 
Sanat hayatı uzun ve her kesimi birazda olsa sevdiği 1988′de başlayıp 22 yıl süren “Olacak O Kadar” adlı televizyon programını hazırlayan Kırca’nın 1998 yılında Kültür Bakanlığınca verilen Devlet Sanatçısı unvanı bulunuyor.
Şimdi size bir gözlemimi yazıyorum ben 52 yaşındayım ve 25 yıla yaklaşan bir sürede medya içinde yazı yazıyorum, yine de eleştirmek gibi algılanmasın ama Ajda Pekkan ve yukarıda adı geçen Sezen Aksu gibi sanatçılar Kürtçe Şarkı söylemek için şimdiki zamanda mı akıllarına geldi. Sanatçı olarak Sezen Hanımefendi seçimler zamanında çıkıp bende AKP ye oy verdim dememişiydi, sonra Ajda hanımefendi şarkılar söylememişiydi, bunları yayınlayan biz medya mensupları daha neyi eleştiriyoruz?
Diye de sorabilirim, yılların sanatçıları Sezen ve Ajda Hanımefendiler bu ikisinin yaptığı olgu birde Levent Kırca’nın Yaptığı olguyu tarafsız bir gözle irdeleyip düşünmemiz gerekir...
İşte etki tepkiden ileri delir... 
Bir fikri anlamak veya o fikri savunmak demek değişik fikirlerde sabırla dinlemek, okumak  ve fikre fikir ile cevap vermek demektir...
Yayın Yönetmeni…
Cessur Demirali GÜRSU 

Pazartesi, Aralık 24, 2012

Tuttu


Saygın okurlarım,
Bizler adam olmayacağız…
Bana kızmayın bu yazdığım doğru, yaklaşık 12 aydır…
Maya tutacak mı?
Maya Tutamayacak mı?
Gibi yorumlarla dünya ve bizim ulusumuz oyalandı…
Suluda olsa maya tuttu dostlar…
Şimdi düşünüyorum fakat bu düşünme tarzım tuttu mu, tutmadı mı?
İşte bu haftaki yazımda bunu sizlerle paylaşacağım…
Beraberce beyin fırtınası yaratıp bir düşünelim…
İlk mayanın olduğu zaman ben, medya grubumda şöyle yazmıştım…
Bizim dinimiz din ise, bilime teknolojiye inanan insanlar var ise...
Bir baktık Müslümanız...
Bir baktık bilim adamıyız...
En Mühimi Medyacıyız...
Birde baktık Takvime...
Aaa 21 Aralık 2012...
Nasıl Haber buluruz...
Nasıl bu halkı oyalarız..
Bir maya katalım ne olacak ki sanki dedim, ya tutarsa...
Ya tutarsa diye haber yapanlara baktım, sulu maya turmuşlar artık sonu ne olur..
İşte Maya tuttu halk oyalandı kapalı kapılar ardında olanlar duyulmadı, yazdığım gibi sulu maya tuttu…
O zaman zarfında olan olgular sulu mayanın altıda kaldı…
Görünen olgular görünmez oldu…
Kısaca üzerinde ince bir kaymak tabakası kaldı…
Herkes bu kaymak tabaksını afiyetle yedi…
Biliyorsunuz maya zararsız mikroplardan oluşur…
Sulu maya olunca ben şüphelendim, herkes yedi fakat  ben yemedim...
Maya mayalığını yaptı, onu yiyenlere helâl osun, sana da maya helâl, herhalde suluda olsa tatlı idi yalanların...
Benzerini İlk tepki ile yazmıştım…
Etki tepkiyi getirir…
Ben yıllardır sizleri elimden geldiğince uyardım ve uyaracağım fakat devamı ne olacak onu da biliyorum ama düşüncelerim içinde oluşan düşünceleri uyutmamak, kötü şeyler ummak bile istemiyorum…
Umudum kaybolsa da ben umutlu olarak umut dağıtacağım, inanmak inanmamakla aynı doğrultuda gider…
Önlem alıp almamaksa insana ve insan onuruna kalmıştır…
Şeref ve şerefsizlikte ön plana alınınca işte böyle yazı ortaya çıkıyor…
Birde bu onur ve onursuzluk olgusunda tartışılırsa, o zaman ortalık karışır…
Bu yazımda birde sizlere eski yazılarımda yazdığım uyarılarımı bir kere daha yapacağım anlayan anlasın…
Anlamayan Türkiye’nin batmasını seyretsin…
Yukarıdaki ve aşağıdaki yazdıklarımdan başka bir Türk Yazarı olarak küfür etmeden yazmaktan başka elimden bir şey gelmez çünkü yazarlığın şerefini ve haysiyetini korumak zorundayım…
13 Mayıs 2010 tarihinde yazdığım yazı…
12 Mayıs 20010 tarihinde yazdığım gibi tepki etkiden gelir, etki ne kadar etik olmasa da ben tepkimi etik olarak vermeği tercih ediyorum, çünkü aldığım devlet ve en önemlisi aile terbiyem fazlasına müsaade etmez…
Etik olmayan bir türde davranamama demek, halkı hiçe saymadır…
Bağımsız olmanın bir avantajı olarak beni kabulde edebilirsiniz…
Ben yalnız şunu biliyorum…
Evet,
Ben Türkiye için yazıyorum…
01-12-2009 tarihinde ben bir yazı yazmıştım…
Yine sanal senaryolarla ülkemiz gündemi değiştiriliyordu…
Bu gündem Domuz gribi altında oynan oyunları göstermemek için yapılmış…
Sanal bir gündemdi bu…
Bu ama ben bunu da yutmadım:
İdeolojiler Mutasyona mı uğruyorlar?
Eyer mutasyona uğruyorsa, bende size bir virüs formülü vereceğim…
Çıkış yeri ABD…
Mutasyona uğradığı yer AB…

( ( ( FGM + RTEM + AGM ) * ( EEM + HGM ) + TPVM ) + MGUY ) * ( ( ABDVS + ABVS ) + (ABDEL + ABPKKS ) ) * ( ( SAOVS + PKKVS ) * ( DTPVS + APVS ) ) ) = ( BOPVS + EKVS ) / TCUOVS

Yukarıdaki denklemi çözebilmek için yetenek gerek…
Halkımız ile geç kalsak bile bu denkleme karşı olan ilaç ve türevini, ( bu ilaç doğal yollardan yurdumuzda mevcut ortaya çıkarmamızı bekliyor ) bunu bilinçli olarak enjekte etmemiz gerek…
İlacın adı ve türevi MKAA + İDEBE laboratuvar ortamında bu yukarıdaki mikrobik virüs mutasyona uğratılıp halkımıza son olarak DAPVS + KSVS olarak enjekte ediliyor…
Bilgilerinize…
Saygıyla arz ederim…
Deyip devam ettim yazıma…
Bakın neler yazmışım o zamanlar ve şimdi 10-13 Mayıs 2010 tarihlerinde neler oldu karar sizlerin…
Antibiyotikler bir ölçüye kadar bu mikroba dayandı yılbaşından önce veya sonra eğer ki antibiyotikler mikro organizmalar laboratuvar ortamında birleştirilerek MKAA + İDEBE ile güçlendirilip mutasyona uğratmaz isek…
Karşı taraftaki bulunan bu laboratuvar ortamında üretilen DAPVS + KSVS virüsü bu yıl bitmeden en geç yeni yılın ilk yarısında çok canlar yakacak…
İşte bu aşamada…
Tüm Türk halkının yeteneğine, ön görüşüne ve de bunun üzerinde çalışan bilim adamlarımıza destek vermek Türk halkı olarak görevimizdir…
Bakarsınız hukuku kullanarak bu ve bu işle uğraşan kişileri yok edebilirler,  olguları görerek ve bunu gereğini tüm halkımızın yapacağından eminim…
Bu laboratuvarlarda kurtuluş için herkesin yeteneğine ihtiyaç vardır ve bu bir nevi kurtuluşun çağrısı olarak kabulde edebilirsiniz…
Mikrobun bir kolu olan RTEM mikrobu geçmişte BDMD oldum demişti…
O zamanlar bu olamaz diyen yazarlar ve bilim adamlarını yok etmek için yardımcı virüs olan bir olgu halkımıza enjekte edildi onun adı ise ( ( ERK + TCKG ) * MDG ) ) bu formülün TCKG mutasyonlarmış yolu ile herkesi izole edildiler, destek güç ise önceden TCEM olan zaman içinde sızmalarla KMUEM olan kesimden gelecekti…
Şimdi uğraşları TSKG’ü sızma yolu ile KMUTSKG yapmaktır…
Beden duymuş gibi olmayın ama bu ( ( ERK + TCKG ) * MDG ) virüsü tekraren mutasyona uğratılacakmış ve daha güçlü bir mutasyon geçirmiş bir virüs türü Türkiye’ye yayılacakmış, adını saklı tutuyorlar ama içinde yine TCKG oluşumu tamladığı için sabit kalacakmış ve destek gücünün de oluşumu tamamlanmış oda sabit olarak KMUEM ve MDG kalacakmış..
10-12-2009 tarihinde de sanal senaryolar hızlanmış ve gelecek günler hiç iyi görünmediği için yine bir uyarı yazısı yazdım…
“Devam ederek ve asılsız olduğuna inanarak domuz gribinin dünya ve Türkiye üzerinde oynanan ekonomik politik senaryoları biraz daha açığa çıkarmak amacıyla bir araştırma yaptım bunun bazı bölümlerin önceki yazılarımda alıntı yaparak bir kere daha yazacağım…
Beni takip eden dost ve düşmanlarım bu yazıları okumuşlardır bir kere daha okumanızı rica ediyorum...”
O düşen hayvan insanlar boyunlarına tasma taktılar, İlerlemenin yolunda kullandıkları piyonlar o insanlara için çalıştı ve o yolları açtı beraber yürüdüler o yollarda…
Fakat şimdiki zamanda…
İşte baskı ile susan o piyonlar isyan edecekler sessiz ve derinden gelen bu isyan kokusu gerçekleşmesine çok az bir vakit kaldı…
O zaman “ at ”, “ fil ” ileri gidemeyecek.
Karşımızdaki dış ülkeler bu tezgâhı da hazırladılar şu ada “ bekle ve gör “ politikası izliyorlar dış ülke istihbarat takımı Türkiye’ye durmadan saldıracak, yakında bir gün gelecek “vezir” alınacak “şah” ortada kalacak…
“şah mat” olacak o zaman ne olacak biliyor musunuz?
Dur denmez isek Türkiye batacak…
İşte kurgu veya Komplo teorisi değil, gerçek bunu görmezsek veya görmemezlikten gelirsek olacakları ben bile tahmin edemiyorum…
O tür insan dediğimiz hayvanlar bu tür fikirleri ve düşünceleri olanları dışlıyor ya da susturuyorlar çünkü oyun sahibi onlar değil oyun sahibi dış ülkeler…

Bu bir satranç oyunu ise; İstihbaratla uğraşan kişiler, hatta sözde yeni oluşum içinde olan istihbaratımız şunu bilin bu işler göstermelik olarak yapılmaz. Hele tek bir yerden Türkiye’nin istihbarat işlemleri yönetilmez. Ne kadar uzaman olursanız olunuz yüzde yüz kaçak olacaktır ve bu kaçak sonucu ülkenin ve sizlerin hayatınızla oynana bilir. Son derece dikkatli olmanız gerek. Türkiye ABD gibi yapısal istihbarat olguları ile yönetmek demek istihbarat olgusunu yok etmek demektir. Bunun yanında organizasyon etmek demek önce insan olmak demektir, istihbarata insan olmak ölümü getirir. Bizim jeopolitik çevremizde bu organizasyona sızmak ve bu organizasyonu politik çıkarları için kullanacak kişi, gruplar ve de dış güçler şimdiden faaliyete geçmiştir. Bu jeopolitik çevrede tek bir olgudan istihbaratı yönetmek zor olacak bir olgudur…
Bu emri size veren kişi ve gurupların amaçlarını öncelikle tahlil ve teşhis etmeniz yararlı olacaktır…
Emir demiri keser derler, sizlere başarılar, ilerde mazeret uydurmayın bu yeter çünkü “Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz” Mustafa Kemal Atatürk
Bir kişinin bildiği sır, iki kişinin bildiği Medyadır…
Saygılar…
24-12-2012
Rogg & Nok Genel Yayın Yönetmeni
Cessur Demirali Gürsu

Pazartesi, Aralık 17, 2012

Sürpriz


Saygın okurlarım,
Bu hafta geçen haftaki sürprizlerden bahsedeceğim…
Ülkemizde bilindiği gibi sürprizlere çok alışkın bir milletiz ve de sürprizleri çok severiz, bilhassa biz medya olarak sürprizleri yayınlamayı daha çok severiz.
Bir matahmış gibi bu sürprizlerin üzerine yorum yaparız…
Bu sürpriz yorumları okuyan veya okutan kişiler sanki bir iş yapmış edasıyla gururlanırlar…
 İşlin aslı satılmış denilen kişilerin, yorumcuların ve yazarların, bu sürprizlerin altında yatan gerçeği saklamaktır…
Gerçekler; insana, topluma, toplumu oluşturan halka aktarmak o geçeği saptırmamaktır…
Konya 'da 17 Aralık'ta düzenlenecek '' Şeb-i Arus '' Hz. Mevlana 'yı anma etkinliklerine, 15 Aralık cumartesi günü sanki bir sürpriz ziyaret gibi, benim gurubum ve diğer ajanslar “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın davetlisi olarak İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile Tacikistan Cumhurbaşkanı İmam Ali Rahman 'ın da katılacağı bildirildi.” Diye haber yaptık, benim haberim şöyle idi hatırlarsanız:
Bu hafta sürpriz haftası Konya'ya sürpriz ziyaret olgusu var...
ABD Savunma bakanı sürpriz olarak Türkiye'ye gelirde ben gelemez miyim diyen Mahmud Ahmedinejad, pazartesi günü Türkiye'ye geliyor.
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, pazartesi günü türkiye'ye geliyor.
Ahmedinejad, Konya'daki Şeb-i Arus törenlerine katılacak.
Şimdiki zamanda her politik satranç oyununa mazeret bulmak çok basittir...
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı davete olumlu yanıt verdi.
Pazartesi günü özel bir uçakla Konya’ya gelecek olan İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Şeb-i Arus törenlerini izledikten sonra aynı gün Türkiye'den ayrılacak.
Türkiye'ye gelecek hafta resmi bir ziyaret gerçekleştirecek olan Tacikistan Cumhurbaşkanı İmam Ali Rahman'ın da törenlere katılması bekleniyor.
Bu arada hatırlatmada fayda görüyorum, bizim en büyük liderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözü vardır; "HİÇ BİR MAZERET BAŞARININ YERİNİ TUTAMAZ" demiştir bizim ve komşularımızın mazeret uydurmaya şu zaman diliminde lüksleri yoktur...
Diye bir haber vermiştim, 16 Aralık Pazar Günü Bu ziyaretin yapılmayacağı mazeretlerle bildirildi...

Herkese bu ziyaret sürpriz gibi görünse de ben bunu olmayacağını tahmin ediyordum, şimdiki zamanda tahminlerimde hiç yanılmadım…

Gelelim sürpriz başka bir olguya hafta sonuna yakın 14 Aralık Cuma günü: Niye bu ABD'den sürpriz ziyaret!
 Biraz beyin jimnastiği yapalım…
Acaba niye ABD Savunma Bakanı Panetta Adana İncirlik üssünde...
ABD Savunma Bakanlığı sözcüsü George Little, ABD Savunma Bakanı Leon Panetta'nın Türkiye'ye 2 Patriot bataryası ve 400 asker gönderilmesine onay verdiğini söyledi.

Söylemler doğru ise savaşa başlayacak olan Türkiye'de ABD askerlerine moral vermek amacı ile ABD savunma bakanı  Leon Panetta'nın Türkiye'ye gelmiş olabilir mi? Bu olgu her zaman oluyor, önce moral sonra savaş fakat bu savaşta Türk askeri önde onlar arkada...
Amerikan Savunma Bakanı Leon Edward Panetta'nın Adana İncirlik askeri üssüne geldiği öğrenildi haberi geldiği zaman,  Panetta'nın ziyaretinin sebebi henüz bilinmiyor diye düşünenler oluyor.

Bir yede haklı olabilirler, pekala niye bu gizlilik niye bu sürpriz ziyaret diye düşünenler ve yorum yapanlar olacak, buda doğaldır...

Savaş Başlayacak, bu bilinen bir olgu..

Bu savaş başlarken   Panetta'nın  ziyaretinin sebebi öncelikle orada bulunan ve savaş çıkmasını sağlayan komutanlardan Brifing alması olasılığı da olabilir...

Bu  400 asker Türkiye'de nasıl konuşlandırılacak konusunda da oluşum olguları konuşulabilinir....

Kısaca ekonomik yönden ve siyasi yönden Türkiye nasıl el altıda tutula bilinir konusunda da konuşula bilinir...

Tabii ki bu benim ön görülerimi yanlış olama olasılığı olsa da bunlar en uygun şimdiki zamanda görülen olasılık gibi görünüyor...

Diye de bir haber yayınladım, 14 Aralık Cuma günkü haberleri izlemeye aldım, ertesi gün yani 15 Aralık cumartesi yukarıdaki habere yanıt gibi bir haberi 02:30 sularında yayınladım:
Kimlere ABD Savunma Bakanı İncirlik'te yemin ettirdi?
ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdiği İncirlik Üssü'nde Amerikan ordusunu etkileyen son olaylar hakkında havacı askerler ile buluşup geleceğe yönelik vizyonunu paylaştı.
 Leon Panetta, Afganistan'a ziyaretinin dönüşünde İncirlik Üssü'ne uğradı. İki Patriot bararyasının Türkiye'ye konuşlanması emrini verdikten sonra İncirlik Üssü'ne gelen Bakan Panetta'nın İncirlik Üssü'ndeki 39. Hava Üs Kanat Komutanlığı'nı ziyaretinin ayrıntıları ortaya çıktı.

Güncel olaylar hakkında bilgi paylaşımında bulunmak ve minnettarlığını ifade etmek amacıyla bu ziyareti gerçekleştirdiğini belirten Panetta, NOTA'nun hedeflerini karşılama konusunda Hava Kuvvetleri'nin gösterdiği çaba için 39. Hava Üs Kanat mensuplarına teşekkür etti.

Ziyareti sırasında, ABD ordusunu etkileyen son olaylar hakkında, yaklaşık 300 havacı asker ile buluşarak geleceğe yönelik vizyonunu paylaşan Panetta ayrıca Suriye'deki çatışmanın savunma bütçesini etkileyip etkilemeyeceğine ilişkin izleyici sorularını da aldı.

Savunma Bakanı ayrılmadan önce 39. Hava Üs Kanat Komutanlığı'nda görevli 4 havacının askerlik yeminini yönetti.
Ben milletim olunca her haberde her yorumda şüpheye düşerim ve şüphelerimde çoğu zaman haklı olmaktan korktuğum zaman dilimleri olmuştur…
Şimdide öyle bir zam diliminde sizlere bu yazıları yazıyorum, söylenmeyeni bulmak veya bunları yayınlamak inanın hoş bir olgu değil, bir yandan bunları anlatmak ve halkı paniğe sokmakta hiç olumlu bir davranış olmasa gerek…
Pekiyi her şey toz pembe demek mi olumlu bir davranış, ben tüm yazılarımda bu ikilemi yaşıyorum…
Tek iki günde olan sürprizler bu kadarla da kalmadı Saygın okurlarım…
İçimizde yani medya kesiminde de fırtınalar koptu, bu fırtınalar 14 Aralık Cuma günü yoğunlaştı yine bir haber akşam saatlerinde medyaya düştü, sürpriz ya hepimiz buna atladık ve manşet olarak verdik yalnız ben :
Taraf'ta istifa depremi olarak kabul edilen olgu...
Diye manşet yaptım ve devamında haberi şöyle yayınladım; Ahmet Altan ve Yasemin Çongar, Taraf gazetesinden istifa etti, niye istifa ettiler...
Hatırlayın Ergenekon ve bilhassa Balyoz davalarının başladığı zamanlarda, bu Taraf gazetesine haberler yağıyordu…
Yaş mı da kurumu davasında Taraf olan bu gazete ortamı germek için bir sürü yayınlar yapmış, Genelkurmayda ki lojistik Kozmik odaya kadar girilmesine ve sözde Bülent Arınç'a suikast olayında da Taraf gazetesi taraf tutarak o zamanlar haberleri veriyordu...
Şimdi yakında bu parasal olgular tersine veya artık dönemi bittiğinden dönem için başka bir oluşum hazırlamak için bu olgu olmuştur...
Kısaca kendini satan birileri İstifa etti demek daha doğru bir yazım şeklidir...
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Ahmet Altan ile gazetenin genel yayın yönetmen yardımcısı Yasemin Çongar, istifa etti.
İstifayı Ahmet Altan twitter hesabından "The End" şeklinde duyurdu.
Taraf'ın yazı işleri müdürü Kurtuluş Tayiz de twitter hesabından, "Bu haberi vermek zorunda kaldığım için üzgünüm. Ahmet Altan ve Yasemin Congar Taraf'tan istifa etti" ifadelerini yazdı.
Bakalım bu zaman diliminde nasıl bir oluşumda bu birileri yer alacak..

Diye Haber yaptım, yukarıda da belirtiğim gibi ben şüpheciyim bu olguda görülen veya görünmesi isten birde şu var Ahmet Altan "The End" demekle nasıl ve kimlere bir mesaj veriyordu…
Ahmet Altan, yoksa CIA veya Gülen’ mi Kalemini kırdı, yoksa eski dostlukları sağlamlaştırdılar da yeni bir oluşum için mi bu olguyu yaptılar…
Bunları Düşünürken, başka bir sürpriz 14 Aralık Cuma günü geldi ve gözümde olguları daha netleştirdi:
Birde şimdi TRT'de sürpriz istifa olgusu....
Medyada oluşumlar başlıyor : TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'le görüşerek istifasını verdi.
Özel ve tüzelden medya kurumlarından istifalar başlayınca yeni oluşum olacak gibi geliyor bana...

Ahmet Altan ve Yasemin Çongar, Taraf gazetesinden istifa etti ve bir kaç saat sonra  TRT Türk'ün genel yayın yönetmeni Ümit Sezgin, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'le görüşerek istifasını verdi.

Haberi geldi bu tesadüf olmaz çünkü bu kadar tesadüf bir araya gelince Türkiye'de bir oluşumun başladığını anlarız...

Daha önce NTV ce CNBC-e'de çalışan Sezgin, kuruluşundan itibaren TRT Türk'ün başındaydı.
 Sezgin, TRT Türk'te yaptığı programa da devam etmeyecek.

Ümit Sezgin, çalışma arkadaşlarına şu mesajla veda etti:
 "TRT'de çalılmaya 4 yıl önce heyecanla başlamıştım. 4 yıl keyifle çalıştım. Bugün itibariyle yeni projeler zamanı gelmiş bulunuyor. Birlikte çalıştığım herkese çok teşekkür ediyorum. Hakkınızı helal edin. Sevgiler."

Evet,
Olgu genişliyor Dikkatli Olmamamız gereken günler içindeyiz, bir insan bir iş bulmadan yaptığı işi bırakmaz...
maksat bu üç kişinin nerede nasıl iş buldukları ve kesişen yolları nedir?

Haberini yayınladım sürpriz sürprizi kovalarken bir haber daha geldi ve be şu manşetle bu haberi yayınladım: Haber Kanallarına düşen mesaj acaba bu mesaj kime...
"Taraf'taki istifaların nedeni ne?" başlığı atılarak verilen mesaj, mesaj İstifaların nedeninin yanıtı Ankara'dan gecikmeden gelmiş...
Önce bu mesaj haberi aynen yazıyorum...

"Taraf Ankara Büro çalışanları, patronlarına bir mektup gönderdi: "Eğer Altan ve Çongar, eski görevlerine dönmezse istifa edeceğiz."
İŞTE TARAF ANKARA BÜRO'NUN GAZETENİN SAHİBİNE YAZDIĞI AÇIK MEKTUP:
"Sn: Başar ARSLAN
Taraf Gazetecilik Sanayi ve Sahibi A.Ş adına sahibi
Kurucu Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’ın Taraf’ında çalışmaktan özlük haklarımızda yaşadığımız ciddi sıkıntılara rağmen her zaman mutlu idik.
Ancak, bugün Ahmet Altan ile Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar ile yazarımız Neşe Düzel’in gazeteleri ile olan ilişkilerinin koparılması haberi üzerine sarsıldık.
Taraf Gazetesi Ankara Bürosu’nun aşağıda imzası bulunan çalışan-yöneticileri olarak, yaşanan gelişmeyle ilgili düşüncelerimizi tarafınıza ve kamuoyuna iletilmesi ihtiyacı duyduk.
Gerek haberlerin yönetimi, özellikle de Kum Saati köşesindeki yazılarıyla bizim de gazetede çalışmamızı kolaylaştırmış olan Ahmet Altan’sız bir Taraf’ın artık Taraf olmayacağı görüşündeyiz.
Gazeteyi var etmiş olan Altan ve Çongar’ın yokluğu halinde Taraf’ın, silahlı ya da silahsız, özellikle de hükümet dahil tüm iktidar odaklarına karşı editoryal bağımsızlığını koruyabileceğini düşünmüyoruz.
“Ahmet Altan, artık yoruldu, Taraf’ta olmasa da-yazmasa da olur,” demek, artık bildiğimiz Taraf olmasın demekle eş anlamlıdır.
Bugüne kadar işverenden alamadığımız-eksik aldığımız maaş dahil hak ve alacaklarımızın ödenmeme tutumu üzerine, gazete genel yayın yönetiminde yapılan bu yıkıcı değişiklik tercihi üzerine öncelikle, yasal hak ve alacaklarımızın artık lütfen ödenmesi gerektiğini aksi durumun, her birimizin iş aktini haklı fesih nedeni olacağını hatırlatırız.
Ancak, daha önemli olan; Ahmet Altan ve Yasemin Çongar yoksa bizim de gazetede olmamızın bir anlamı yoktur. Altan’ın gitmesine sevinecek çok çeşitli güç odakları olacağını adımız gibi biliyoruz.
Çok emin olduğumuz diğer şey de ne denilirse denilsin, Altan’ın gazeteden koparılması bir siyasi tercihtir, bunda siyasi iktidara yaptığı muhalefetin payı olmadığını kimse bize söylemesin.
Son sözümüz şudur; Altan ve Çongar’ın, eski görevlerine en kısa sürede döndürülmelerini bekliyor, aksi durumda bizim de bir değerlendirme yapacağımızı iletiyoruz. "

Evet,

Ben ise;

Özel ve tüzelden medya kurumlarından istifalar başlayınca yeni oluşum olacak gibi geliyor bana...

Ahmet Altan ve Yasemin Çongar, Taraf gazetesinden istifa etti ve bir kaç saat sonra  TRT Türk'ün genel yayın yönetmeni Ümit Sezgin, istifa etiğin haberi geldi bu tesadüf olmaz çünkü bu kadar tesadüf bir araya gelince Türkiye'de bir oluşumun başladığını anlarız...

Diye yazmıştım hatırlarsanız simdi bu mesaj gibi haber verildi, ben haksız olduğumu zannetmiyorum, tesadüf tesadüfleri takip edecek gibi geliyor...

İşte size yılbaşı sürprizleri Milli Piyangodan çıkacak Milyarları bekleyen okurlarım, planlarınızı yaparken geçtiğimiz haftanın yani 14 – 15 - 16 - 17 Aralık 2012 tarihinde aldığınız biletleri saklayın belki size de sürpriz olabilir…

Bu gün bakalım 13 Aralık’ta  SİLİVRİ'de olan kişiler 14 Aralık Cuma günü olduğu gibimi olacaklar yoksa 13 Aralık’ta olan kişiler ve guruplar orada olacak mı?

Her zaman utanarak yazıyorum fakat ben bu filimi daha önce gördüm saygın okurlarım, başka bir senaryo ve olumlu bir filim sergilememiz gerek…

Saygılar…

17 Aralık 2012

Cessur Demirali Gürsu

Pazartesi, Aralık 10, 2012

Muhteşem Yalanlar


Saygın Okurlarım,
Öncelikle sizlere bu hafta esprili yazı yazmayı düşündüm…

Bu gün 10 Aralık Düşünen Hayvan Hakları Günü…
Burası Türkiye…
Düşünen Havan Hakları Gününüz Kutlu olsun…

Her yalanın bir geçeği vardır…
İnsan olan hele erkekse tek düşüncesi belden aşağı düşünmesidir…
Erkekler bazen bunu inkâr bile etseler her zaman her yerde bunu düşünürler ve daha iyi daha güzeli ararlar…
Bizim Başbakanımız ve çevresinde bulunan bakanlarda aynı böyle düşünüyorlar…
Erkek olduklarından tabii ki bunu söylemek yerine kıvırıyorlar…
Bakın bir diziyi ağızlarına alıp onunla vakit geçirenlere ben başka bir şey diyemem…
Zikirleri…
Niye bizim de haremimiz yok…
Niye bizde o dizide olduğu gibi harem kurmuyoruz…
Niye bizimde harem ağlarımız yok…
Niye bizde her istediğimiz zaman kadınlar ile beraber olamıyoruz…
İşte bunları isteyen kişiler bizleri yönetiyor…
İşte bunları arzu eden kişiler kıvırarak yalan söylüyorlar…
İşte bunları isteyen zihniyet olması için uğraşıyor…
İşte bunlar bizleri yalan söyleyerek 10 yıl yönettiler…
Bunların Muhteşem 10 yılları bu…
Espri yeter geçek ve yalanlara dönelim…
Yahu sen adam olamasın desem bu başbakana ne dersiniz bana…
Sen adam ol diyenleriniz olabilir bana fakat şimdi size anlatacaklarımı okursanız bakalım kim kime ne diyecek…
Güney-doğu ana-doluda neler oluyor biliyor musunuz, kimler oraları yönetiyor biliyor musunuz?  
İşte bunu bilmeyen kişiler, bizleri yönetmek için sahada, halk olarak bu sayın denilen başbakanı seçtik ya…
Bu sayın denilen başbakan ve Çankaya’da oturan noter vazifesini yapan sayın denilen Cumhurbaşkanı kime hizmet ettiğini nereden biliyor sununuz?
Hiç düşünmeyin çünkü düşünürseniz hapisse girersiniz ben bunu istemem, cevabı ben size söyleyeyim, dış ülkelerin kurduğu Medya ve onunu yanında çalışan kişilerin yorumları ile biliyorsunuz…
Bu olgu içinde olan bir ülke ve Muhteşem yalanlar denmez de ne denir?
Birde inanmak zor gelebilir ama şunu bilin, sanatçı olmak, siyasetçi olmaktan daha zordur, ve sanat halk için yapıldığında sanattır, siyaset her ortamda yapılır, hatta sanatı kullanarak bile siyaset yapılır…
Siyasetçilerin en korktuğu ise sanat ve sanatçılardır. Yine birde siyasetçilerin en fazla kullanmak istediği kişiler sanatçılardır…
Her olgu para için yapılır, sanat ve sanatçılarda bu olgudan payın alır, çok para alan ile az para alanın arasında rekabet olur. Fakat bu rekabet siyasi kişiler ve siyaset yapmak için yapılan kişiler arasında olur ise buna rüşvet denir, kısaca hiçbir siyasetçi çıkarı olmazsa çıkıp bu şudur veya bu odur diyemez, dediği anda bu rüşvet almış veya siyasi yönden rüşvet vermiş demektir…
İşte olgu böyle oluşur, reklam vermek veya vermek ile tehdit edilen bir kurum veya kuruluşun verdiği diziler ile söylemler ile siyasi söylemler örtüşürse örtüşen bu olguyu düşünün…
Aman içinizden düşünün haaa, sonra yukarıda belirttiğim gibi hapisse girersiniz, kimseye belli etmeden düşünün…
İyi veya kötü diziler için hangi ülkede Hava yolları bu tepkiyi verir?
Hangi ülkede bu tür bir sansür uygulanır?
Evet,
Bölünen ülkemizi kimler yönetiyor…
Yakında savaşa gireceğiz…
Bunu kim yazıyor veya kim konuşmaya, yorum yapmaya cesaret eden kim?
Kapalı kapılar ardında bizlere söylenmeyen planları kimler niçin yapıyor, Muhteşem Yalanları söyleyen kim?
İşte bunları göstermemek için diziler ile oyalanıyoruz...
Yukarıda belirtiğim çerçevede bunları çözmek ve bunlar üzerinde yoğunlaşmak varken şimdi Muhteşemlerin Yaptığı yorumları dinleyip, Muhteşemlerin kullandığı yazarların yazıları okuyorsunuz…
Helal sizlere…
Muhteşemsiniz…
Muhteşem olaylar olurken, son on yılda çocuklarınıza çok iyi eğitim ve öğretim olanakları sağlandı ki inanamazsınız…
Muhteşemlerin atadığı kişiler o kadar mükemmel ve işinin ustası alındığı personelin çok ama çok iyi olduğunu gördüğümüz on yılda muhteşem THY uçakları çok iyi. Tüm ülkeler THY tercih ediyor ve utanmaz tarihi bilmez böyle diziler o muhteşem kurumda oynatılması uygun olmaz diyen bir padişah varken hiç o dizi oynatılması olmaz ki…
Sizler bu ulusun vatandaşları Türk olduğunuzu ne kadar çabuk hatırlıyorsunuz ki, her olay sonrası bu sayın denilen başbakana saygı duyuyorsunuz…
Evet,
Bu sorular ve yorumların toplamı şunu gösteriyor ki, her şey tozpembe giderken birde baktık ki…
Tek siyah Muhteşem Yüzyıl Dizisi, hadi onun üzerine yoğunlaşalım halkın başka derdi kalmadı…
Türkiye’nin her tarafına tellal çıkarıldı ve bular, aşağıda yazılı bilgiler halka duyuruldu…
Zam yok…
Vergi yok…
Terör yok…
Parasız eğitim var, her öğretmene %1000 zam var, istisna gözetmeksizin herkese tayin yapılacak…
T.B.M.M sinde çalışanlar ve bakanlar birbirlerine karşı saygılı olacak, olmayanların başı vurulacak…
Görüldüğü üzere kadın milletvekilleri kocalarını dövüyor…
Padişahın emri ile yasa tasarısı verildi adı “ Erkelere şiddete son “ olacak ve de bu yasa tasarısı çıkarıldı…
Daha güzeli de var kullar, padişahın emri ile sarık ve cübbe ile artık mecliste konuşulacak…
Milletvekili ve Cumhurbaşkanlık Yemininde Atatürk gibi Laiklikle ilgili cümle ve kelimeler kaldırıldı…
Padişah buyuruyor, Kuran ve Arapça bilmeyen Milleti Temsil edemez yemin gibi olgular Arapça ve Kürtçe Okunması şeriatta uygundur…
Padişahın buyruğu üzerine, hukuk yerine şeriat mahkemeleri kurulması için yasa teklifi milletvekillerinin imzasına sunuldu…
Padişahın buyruğu üzerine Ülke ikiye bölünerek Ankara ve Diyarbakır olarak iki başkenti olması şimdiki meclis gündeminde…
Halk huzurlu ve her Cuma bu hükümete dua etmesi Padişah tarafından buyruldu…
Çok yaşa sen Padişahım…
Saygılar…
Rogg & Nok Genel Yayın Yönetmeni…
10-12-2012
Cessur Demirali Gürsu

Pazartesi, Aralık 03, 2012

Norko-Terör olgusu Hükümet Eli İle Kapılarını Açılıyor


Saygın Okurlarım,
Kapitalist ve faşizmin oyunları içinde savaşa girmemiz olası olgular içinde artık görünüyor, ters ve yüz siyasetin ayak seslerini duymamız gerekiyor…
Ülkemiz istihbarat elemanlarınca işkâl edildi, buna ister şu ister bu deyin, ne deseniz diye bilirsiniz, fakat kısaca yalan ve uşak kesimi ülkemizi sardı...
Çember çok daraldı...
Bu işkâl önce soğuk savaş olarak yapılsa da şimdi sıcak savaşa dönmüştür, ülkemizin her yerinde görülen veya görülmeyen cinayetler işleniyor…
Siyaset organları susuyor…
Kurumsal veya kişisel organlar kanser olmuş ölümü bekliyor…
Eğitim konusuna gelince o içler acısı…
Siyasi güç için öğrencilerimiz kullanılıyor, bunun yanında Narko-Terör gelecek yıl tüm Milli Eğitime bağlı Okullarda yaygınlaşması için göz göre göre kanunlar çıkarılıyor…
Narko-Terör anlamını biraz açıklamakta fayda var ; narkotik  ile terörizmin bileşkesi olan son dönemlerde türetilmiş bir kelimedir…
Sadece kelime olmakla kalmayıp BM'den, İnterpol’e kadar tüm uluslararası kuruluşlarda bir karşılığı vardır…
Bu nedenle bir çok ülkede artık , narkotik masası, terör masası ile birlikte birer Narko-Terör masası oluşturmuştur…
Spesifik anlamda ise terörün narkotiği, narkotiğin terörü keşfetmesi ve izdivaç etmeleridir...
PKK bu anlamda salt terör örgütü değil, Narko-terör örgütüdür.
PKK gelirinin büyük kısmını uyuşturucu ticaretinden elde etmektedir.
Bu terimi ilk kullanan kişi dönemin birleşmiş milletler genel sekreteri boutros gali'dir.
Gali, 29-30 Mayıs 1996 yılında Kahire’de katıldığı "uluslarasın terörizm seminerinde şu ifadeyi kullanmıştır. "terörizm bağımsız bir kavram değildir. Yasa dışı hareketlerden ayrılmaz. Teröristler silah ve mühimmat kaçakçılığı yapmakta, uyuşturucu kaçakçılığında elde ettikleri kara parayı aklayarak finans kaynaklarını oluşturmakta, politik bir maske takınarak, suçlu ilişki boyutlarını kamufle etmeye çalışmaktadırlar."
Bununla birlikte Ekim 1997 yılında A.B.D dışişleri bakanlığı tarafından yayınlanan "küresel terörizm modelleri" raporunda dünyada 30 ana terörist örgüt bulunduğu belirtilmiş, bunların uyuşturucu kaçakçılığı ile ilişkili oldukları vurgulanmıştır.
Geçmiş yıllarda uyuşturucu trafiğine müsaade eden Türkiye'nin, A.B.D baskısıyla narkotik operasyonlarını arttırması sonrasında Atila Aytek’in kurduğu Narkotik Büro sayesinde transit olarak Avrupa'ya giden uyuşturucunun transfer şekli değişerek, Türk topraklarında pazarlanmaya başlaması ve ardından Türkiye'deki uyuşturucu baronlarının bu ticaretten aldığı payın kesilmesiyle doğru orantılı olarak bu büro bir sürü olumlu operasyonlara imza atmıştı…
Norko-Terör: Atila Aytek’in Narkotik Bürodan ayrılmasından sonra PKK terör örgütünün uyuşturucu ticaretinde "Yeni taşeron" olmasıyla ortaya çıkan bir oluşum operasyonu devletin istihbarat servislerinin başarısızlığı yüzünden oluşmuş bir kavramdır.
Uyuşturucu ticareti günümüz terör örgütlerinin beslendiği en önemli kaynak olduğunun bilinmesini istiyorum…
"Bir kilo eroin satarlar, Yaklaşık 180.000 Kalaşnikof mermisi alırlar"
İş bu kadar basit işleyen bir iş...
Kâr büyük, e gözün kara, hele hele PKK gibi bir oluşumsan hesap makinaları yetmez yapılan ticaretin hacmini hesap etmeye.
Bu topraklardaki insanları kandır, onlardan aldığın, kazandığın parayla bu toprakları canı pahasına kullanan Mehmetçiğe kurşun sık.
Bu Fotoğraf size nasıl görülüyor?
Tabii ki ölen ve öldürenleri düşünmezseniz kolay iş olarak görülür.
Ya Avrupa bu konuda ne düşünüyor?
Avrupa'da bu kadar kolay mı bu işler?
Avrupa kurnazlığı burada da ortaya çıkıyor…
Ağızımıza bir parmak bal sürüp kirli antlaşmalarla Türkiye'nin 70 milyonluk pazarını sunuveriyor uyuşturucu tacirlerinin eline gümüş tabakta veriyorlar…
Bunun yanında dış istihbaratlar tarafından ülkemize yönelik yapılan senaryolarının içine bu tezgâh giriyor ve çember git gide daralıyor...
Ve bu senaryolar siyasi olgu ve dış ülkelerin uşağı olan siyasi kişilerin yolu ile bu olgu içinde günümüze uyarlanıyor, gün geçtikçe bilhassa eğitim olgusunda hayata geçiriliyor…
Biz ise okul önlerinde çocuklarımız tuzağa düşürülürken sanal kahramanların insanüstü gayretlerine avanakça bakıp mastürbasyon yapıyoruz.
Bakınız o çok güvendiğimiz Birleşmiş Milletler; 29 Haziran - 03 Temmuz 1998 tarihleri arasında Beyrut’ta yapılan Birleşmiş Milletler uyuşturucu kontrol programınca yapılan değerlendirme raporunda; Narko-terör organizasyonlarının birbirleri ile ve diğer suç grupları ile çok açık ilişkileri olduğu vurgulanmış örnek olarak PKK terör örgütü gösterilmiştir.
Şimdiki zamanda ise bu PKK terör örgütünü işini kolaylaştırmak için her türlü devlet olanağı kullanılıyor, örnek olarak Eğitimde Özgürle kisvesi altında giyim kuşam olgusu…
Şimdi birkaç soru sizlere:
“Uyuşturucu ağına düşen gençlerimiz satıcı olarak okullara sokula bilinir mi?” veya “silah sokula bilinir mi?” ve “kargaşa durumu yaratıla bilinir mi?” …
Kapitalist bir düzende halkı sömürmek çok kolay yolu şudur, buda bilinçsizce kredi kullandırmaktır…
Artık Uyuşturucu maddeler Kredi Kartı ile veriliyor…
Bu olgu içinde bununda kolay yolu Kredi kartları ile halkı sözde rahatlatmak ve halkın gözünü boyayıp sonradan yardım ettik diye siyasi güç ve rant kazanmaktır…
Bu siyasi düşüncede olan kişiler ve guruplar halk geçim derdine düşmüşken, asıl yapıla senaryoyu kapalı kapılar ardında rahatça yapabildiler…
Senaryonun devamında ise bu işleri yaptıklarını bilenleri beli bir mesafeden uzaklaştırıp yerlerine cemaat elemanlarını alırlar…
Senaryo gereğince siyaset yapmak ve halkı düşünmek hiç önemli değildi maksat devletin en üst makamlarında uşaklığını yapacak kişilerin ve mafya türü ailelerin bulunması en büyük oyunlardan biridir…
Tabii ki bu yıllardır ülkemizde yavaş yavaş yapıldı ve bunları göstermemekle oluşum medya organları içinde oluşuyordu..
Sonraki adım bölme ve bölünme olmalıydı, işte Türkiye’de bular oluyordu…
Zamanla gelişen ve güncellenen senaryolarla bu olgu daha güçleniyor ve bizler bu olgu yerine sanal olgularla halkımızı uyutuyoruz…

Bu ve veya ları çoğaltmak mümkün aşağıda daha önce yazdığım bir yazı var…
Ben 4+4+4 sistemi geldiğinde şöyle yazmıştım 17-09-2012 tarihinde yazdığım bu yazıyı biraz güncelleme yaparak tekraren yayınlıyorum, evet, biraz uzun ama lütfen özümleyerek okuyun ve bu haberi herkese gönderin…
Yazımın  uzun olması yapılan işlemlerin uzunluğu ile örtüşüyor, bu örtüşmeyi okumanızı tavsiye ederim, söz uçar yazı kalır saygın okuyucularım…
Eğitim günümüzde ve her zaman; Orduları yöneten, orduları yok eden, ülkeleri kuran, ülkeleri yok eden kontrollü güç bir sistemdir…
Kontrolsüz güç ise güç değildir.
Bu kontrolü kim eline geçirirse mutlak galip o olacaktır…
Bilim ve teknoloji ve de diğer unsurlar hep bu eğitim sistemini ele geçirmek için planlanır…
Yılardır bu kontörlü yapmak için ülkemizde bir sürü siyasi projeler üretildi…
Bunu yanında dış istihbarat servislerinin gençlerimize yönelik çalışmaları son 20 senedir görünür bir vaziyette 10 senedir artmıştır…
Gözü dönmüş bu lağım fareleri geçmişimizi ve yarınımızı unutturacak projeleri uşak siyasetçiler yolu ile ve de doğru haber vermeyen basın yayın kurumları ve görsel medya yolu ile işlemeye devam ediyorlar…
Ters ve yüz politik, sosyolojik, psikolojik, baskılar ile halkımız düşünce yapısını dağıtıyorlar ve de bunu çok planlı yaptıklarını da yazmak zorundayım…
Bu yukarıda kısaca anlattığım eğitim hakkındaki olgular çerçevesinde şimdi ve daha sonra olacakları görmemek mümkün değildir.
Bu konuda dayatma olgusunda bir gerçek olarak fark edilmeden önümüze eğitim politikası olarak konmuştur…
Zaten asıl amaç eğitim sistemini ele geçirmektir…
Bu olguyu görenler bu zaman diliminde devamlı sustular veya susturuldular buda bir geçek olarak görmek zorundayız bu olgu için hiçbir şey yapmamışlardır…
Bilimsel yönden bu plan ve projeler yapılıyor denmesine rağmen gün geçtikçe bu plan ve projeler bilimsellikten bilimsel  olgudan uzaklaştırıldı.
Kölelik için yapılan eğitim projeleri önümüze dayatılmış bir biçimde kondu, yine bir şey yapmadık…
Yalanlara ve düzene son 10 senede dış istihbaratların yardımı ile halkımız eğitim politikaları bahanesi ile aldatıldı,  yine bir şey yapmadık…

En can alıcı bölünmeyi ve parçalanmayı yapacak nokta, eğitimin düzenli ve doğru bir şekilde yapılmamasını sağlayan bu dış güçlerin önüne geçemedik…
Son 20 senede her hükümet değişikliğinde bu dış güçler devreye girerek eğitim politikaları üzerinde oyun oynanmasını sağladı, bu oyunları görenler sustu veya susturuldu, bu olgu görülmesine rağmen yine bir şey yapılmadı…
Yavaş yavaş yüksek öğretimin içine giren bu olgu sayesinde, şimdi ilköğretim seviyesine kadar bu politika oyunları önümüze kondu, bizler yanıltma yolu ile yapılan politikalar üzerinde uğraşırken bu politikalar gün geçtikçe güçlenmeye başladı,  yine bir şey yapmadık…
Şimdi düşünelim niye bir şey yapmadık, suçlamak kolay ama niye ve niçin bir şey yapmadık hep sustuk veya susturulduk?
Bizler, sizler genç nesli yetiştirecek öğretmen ve öğrenci velileri hâlâ din yolu ile bizi uyutan din simsarlarının kısaca sayınların neler yapmak istediğini farkına varmadan köleler gibi patronlarımızın dediklerini yapıyoruz, karşı gelmek bir yana onların yalanlarına hilafsız olarak inanıyoruz…
Aslında din bir bilim dalıdır, bazı olay ve olguları bize daha önceden bildirir, bunu akıl ve ruh sağlığı için doğru kullanıldığı zaman insanlığa çok yararlı olgular olduğunu anlamamız gerekir, bunu yanında her bilim dalı gibi tez ve ati tezlerin olduğunu da görmek zorundayız…
Bu tezleri veya ati tezleri istismar edecek ve bunları din simsarlığı haline getirecek çok insan olduğunu da belirteyim, bizim dinimiz ve kitabımız “oku oku” diye başlar…
Son on senede daha belirgin olarak dini eğitim kisvesi içinde din adamları çoğunlukta olmak üzere kullanıldı ve de simsarlıkları görünmedi, önümüze cemaat ve ağabey, abla kisvesi altında genç neslin beyinleri yıkandı.
Daha çok emniyet güçlerimizin çocukları hedef alındı, daha sonra eğitimden anlamayan psikolojik ve ekonomik yönden zayıf bürokratlar seçilerek dersene açtırıldı, şimdiki zaman dilimine kadar bu olgu iyi gitmişti…
Ama yeterli olmadığı görüldü çünkü bölünme dershane ve özel okullarda çoğaldı bu bölünmeyi kontrol etmek gerekliydi bunun için dershanelerin kapatılması gündeme geldi…
Arka planda yapılan projeler sayesinde istedikleri yerine gelmişlerdi fakat bu olguyu daha üretken bir hâle getirilmesi için eğitim sisteminin kendi düşünce yapısında güncellenmesi de gerekiyordu.
Normal eğitim veren eğitim kurumlarını bu ölçüde zarar vereceği düşünüldü sözde halk yararına dershaneleri kapatmak ve istedikleri gibi “at koşturmak” için birinci plan ufak yaşata çocukları el atmak, ikinci plan ise karşı görüşteki dershaneleri asimile edip kapatmak olacaktır…
Bakınız ben 28-02-2012 tarihinde ne yazmıştım “The my country Understand English better than Turkish Giants” Memleket İngilizceyi Türkçeden daha iyi anlıyorlar demiştim…
Ve de anladılar evet, bende bu dershane oluşumuna karşıyım, bu olguya karşı olmamın nedeni para ile eğitim verilmesi…
Eğitim hele ilk ve ota etimin para karşılığında özel bilinçle verilmesine karşıyım…
Milli eğitim hele çocuklarımıza verilen eğitim para karşılığı olmamalı…
Bir ülkede para karşılığı bir milli proje üretilirse o para alan kişinin fikri olarak yansır…
Bunu da görüntüsü din istismarı yapan cemaatlerde eğitim alan çocuklarımızda çoğunlukla görülmüştür…
Karşıyım…
Karşı olmak yapılanları görmemek değildir…
Desteklemek demek fotoğrafı geniş açıdan görmeden desteklemek değildir…
Ben yazılarımın arkasında nasıl duruyorsam, doğru düşüncelerin arkasında dururum, buna rağmen eğer doğru düşünmeği yanlış eler de ve yanlış biçimlerde görürsem eleştiririm…
Gülen cemaati olmak üzere başta sayın denilen Recep Bey ve Abdullah Bey ve de en mühimi Bülent beyin gizli kapılar ardında yaptığı veya yaptırdığı projeler sayesinde her sene değişen eğitim sistemine inanmakta zorlansam,  inanmasam da, gerçek görüntü ülkemiz büyük bir eğitim ve bilimsel boşluğuna sürüklendiğini de yazarım…
Buda bir geçektir…
Bilim adamlarımız dış ülkelere göç ederken suskun kalamama, bilim gücümüz bu zaman dilimine dışarıya gitti…
Konuşanlar susturuldu veya habise atıldı biz yine tam tepkimizi vermedik…
Şimdi bunları ben yazmayayım da ne yazayım, her şey tozpembe deyip sizleri aldatayım mı?
Ben düzen adamı değilim…
4 +4+4 eğitim sistemi daha sonrada konuşulacak, 66 ay hayatta kalan çocuklarımız nasıl hayattan koparılıp öldürülecek, ben bunu da yazarım dostlarım…
Yanlış yazmadım öldürülecek çünkü yapısal bir ortam olmadan ben yaptım oldu felsefesi ile zorla çocuklarımızı okula gönderdik…
Yazıklar olsun bizlere…
Eğitim siteminde yapılan olgu ve olgulara diğer yönden fotoğrafa bakacak olursak; kapalı kapılar ardında yapılan yıkım sistemleri görülmeden olgular sisteme oturacak, amaç ve olaylar görünmeyecek, görünmeyen olaylar ise görünür olduğu zaman geç kalınmış olunacak…
Düşünün 4 + 4 + 4 eğitim sisteminde çocuklarımıza ne verilecek…
4 Eylül 2012 tarihinde Hürriyet Gazetesi şöyle bir manşet atmıştı, “ Tecavüzcüleriyle aynı okula gitmeyecek “ yazılmıştı bende şu soruyu hükümete ve sizlere sordum…
“Atılan manşete bakın doğru ise; ya uyuşturucu satıcıları ile aynı okulda okuyanlar ne olacak?”
Cevap umduğum gibi gelmedi ve gelmeyecek…
Düşündükten sonra diğer sorular ardı ardına kafamda canlandı…
Her hangi bir bilimsel yaklaşımla çocuklarımıza yaşlarına uygun cinsel ve uyuşturucu eğitim bu sistemde verilecek mi?
B u sistemi yapan kişiler ve siyasi olgu: çocuklara yönelik cinsellik eğitimi verecek çalışan tüm milli eğitim çalışanına nasıl bu eğitim verecekleri konusunda eğitim çalışması yaptılar mı?
Hijyenik temizlik bil hassa kız çocuklarımıza ve erkek çocuklarımıza yönelik okullarda çalışma yapıldı mı?
Milli eğitimde çalışan öğretmen dâhil hizmetliye kadar hepsinin geçek bir psikolojik taramadan geçirildi mi?
Şiddet ve kötü davranışlar yapan personele ne yapılacak, yerine alınan personel daha düzgün ve eğitimli olacak mı?
Psikolojik baskıya uğrayan çocuklarımızı yine geçek bir psikolojik taramadan geçirecek tecrübeli eğitim psikolojisi bilen doktorları yetiştirdiniz mi?
Türkiye’nin doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi, her şehir, köy, kasabada merkezi güvenlik kuvvetlerine bağlı anında müdahale edecek kamara sistemi var mı ve de olsa bile bu müdahaleyi yapacak elemanların eğitim verdiniz mi, bunları yetiştirdiniz mi?
Küçük yaştaki çocuklarımız cinsel tazize açıktır, bunun sonucu çok ağır olabilir, bu olguda böyle bir şey olur ise yapılacak işlemler arasında kalan çocuklarımızın sonunu düşündünüz mü?
Bu sorulara bilimsel cevap verecek bir sayın denilen T.B.M.M’ de bir kişi var mı?
Yukarıda belirttiğim sayın denilen siyaset olgusuna bağlı kişiler;  yoksa siyaset yapmayı tercih etmeleri yüzünden olumlu konuşan düşünen hayvanlardan oluşmuş bir topluluğun yaptığı projeler hakkında konuşmayan siyasi otorite ile bu proje yürütülecek mi?
Yine yoksa aynı müfredat uygulanacakta ben bunu fakında olmadan bunları yazıyor muyum?
Bu müfredatın sonunda ve arasına şimdiki zamandaki siyasi otoritenin uyguladığı din sömürüsüne ait dini vecizeler konup Atatürk ilke ve inkılâplarına karşı ders kitapları yayına sokulup bilimsellikten uzak olarak görünüşte aynı olgular görünür gibi olacakta ben bunları görmemezlikten gelebilir miyim?
Ve de yavaş yavaş ATATÜRK düşüncesi ortadan kaldırılacak mı?
Günümüz ve geçmişimiz unutturulacak olan politik sistem uygulanacak ta tam adı eğitimde 4+4+4 olacak öylemi?
Saklanan olgular nedir?
Bu olgular neden niçin gösterilmiyor nerelerde saklanıyor?
Bunları yazdığım için beni okuyan olacak mı?
Okuyan olursa ve de bu sistemi eleştiren halkı hiçe sayanlar kimler?
Evet, İstihbarat servisleri şunu bilsinler;  ben sesiz kalacak kadar şerefsiz biri değilim…
10 Ekim 2012 tarihinde 66 aylık çocuklarımız okula başladı veya zorla başlatıldı…
Ne olursa olsun padişah emretti sistem sil baştan yapıldı ve oldu..
Kulları sustu ve “çok yaşa padişahım” dedi…
İşte Türkiye gerçeği de bu…
Öte yandan zorla 14 - 15 yaşında ki çocuklarımız…
Zaten iş gücü olarak Türkiye’de istismar edilirken yine eğitim sitemi değişecek yine ben susacağım…
Susmuyorum, şimdi o çocuklarımızdan ve yeni ergenlik dönemine girmiş gençlerimize meslek seçmeleri istenecek buda bir düşünce istismardır…
Ve de buda bir gerçek olarak Türkiye fotoğrafta mevcuttur…
Bunları yazdıkça sinirlerim harap oluyor, buda benim gerçeğim…
Siyasi terbiyem müsaade etiği sürece, saygılı olmak istedikçe, cümleler ve kelimeler beni zorluyor, bazen yazar olmaktan utanır bir duruma geliyorum,  işte buda öteki benim gerçeğim…
Herkesin kendine göre görüş ve gerçekleri vardır, bu görüş ve gerçekler toplum ile paylaşınca değer kazanır…
Yahu siz ne eğitim veriyorsunuz ki ne istiyorsunuz?
Sizlerin verdiği eğitim ben “Lağım” çukurunda veririm desem ne dersiniz?
Önce terbiyesiz, sora utanmaz dersiniz…
Aranızda daha sonra beni eleştirir ve eleştiri yağmurunda boğarsınız ya…
Yine yaprak dökümü gibi gençlerimiz dökülürken isteğinizi yaparsınız ya.
Sizler köle ya da patron olursunuz ya…
Aranızda öyle birileri çıkar ki beni linç bile etmeye kalkanınız olur ya…
O düşen hayvanlara ve okuyucularıma soruyorum; kendinize şunu sorabilir misiniz,  “Ben mi düşünüyorum, onlar mı beni düşünüyor, ben mi karar veriyorum onlar mı hayatım ve ailem ve de yaşamım için karar veriyorlar?”
Ben korkmam yazarım…
Ya yazmayanlar yazmaktan korkanlar…
Evet,
Zaten korktuğumuz sürece sömürülürüz ve 66 aylık canlarımız kimler emanet ettiğimizi bilmeden koyunlar gibi kervana katılırız…
Doğrusu bu mu?
İnanması zor ama ben fareleri ve kara böcekleri, kar sinekleri bile seviyorum, ama bir yandan iğreniyorum…
İşte bu olgu sizlere çelişki gibi görülür, düşünün hayat bir çelişki yumağı değil mi?
Ya sev ya iğren demek kolay, kolay yolu bulmakta düşünce tarzıdır…
Kolay yolu öğretmek kadar zor yolu öğretmek ve öğrenmekte o kadar mühim bir fazilettir…
Bu olguda yer alan haşereleri birer canlı varlık olarak kabul ederim, ben bunlara düşünen hayvan diyorum, aslında bizlerde düşünen hayvanız…
Bakın bir insana “sen bir eşeksin” dendiği zaman kızar, “sen bir aslansın” dediği zaman gururlanır hatta yüzü güler, ama ikisi de hayvandır, gurur ve kızgınlık işte insana verilen bir duygudur.  “Fazla gurur insanı kör eder” derler, buda doğru bir teşhistir. Ya fazla kızgınlık ise ve bu duygu kontrol edilmez ise söyleyen ve söyleten arasında olacak olgular vahim durumlara yol açar…
İkisi de hayvan olmasına rağmen eşek hakaret aslan ise hakaret sayılmaz…
Bu iki kavram nasıl görüldüğüne bakılmaksızın hayat boyu hakaret ve tebrik olgusu içinde sürer gider…
Bakış açısı üzerinden bu bizim eğitim olgumuzda da tartışılır…
Saygı ve sevgi nerede, düşünce ve fikir için tartışabilecek bilimsel eğitim sistemi ve öğretenleri eğite bilecek miyiz?
Hayvanlar yaşadığı bölgeyi ve çevresini kendi çaplarında korur, etki ve tepki gelmedikçe bazen kendilerini göstermez…
Ama aralarında büyük bir uyarı, bir alarm sistemi de mevcuttur.
Buna altıncı histe denilir…
Hayvanlar deprem anında nasıl kendi türlerini ve diğer canlılar birbirlerini uyarıyorsa, bu uyarıyı alana canlılar nasıl yıkımdan kaçıyorlarsa işte bizim şimdiki eğitim sistemimiz yıkılıyor, tüm bilim adamlarımız dışarı gidiyor veya kaçıyor…
Bunu isteyen dış güçler olmasına rağmen hâlâ içimizde suçlayacak kişi ve kurumlar arıyoruz, başkalarında suç arayarak eğitim politikaları ülkemizde üretiliyor, eğitim suç aramaz, suç üretmez fakat eğitim kontrol altına alınmaz ise suça alet olur…
İşte bu aleti kullanmak veya kullanmamak düşünen hayvanlara aittir…
Kısaca bunu sorumlusu insandır, ne yaparsak o insana geri döner, bu dönüş iyi veya kötü olması da insanın yine sorumluluğudur…
Şimdiki zamanda eğitim kaçaklarının bulunduğu yer Türkiye…
Bizi bu hâle getiren kişi ve kurumlar için yaptığımız veya yaptırılan seçimlerimiz ile büyüyeceğiz veya küçüleceğiz…
Başka bir Türkiye olmasına rağmen bilim gücümüz kaçıyor, aydınlarımız, yazarlarımız, düşünce üreten bilim adamlarımız kaçmasalar bile değişik yolardan susmaları sağlanıyor…
Habise atılan düşünce adamlarımızı yamak anlamsız çünkü onları herkes biliyor ama unutuyor buda insanın unutma içgüdüsü demek gerek, komutanlar ve gazeteciler habise atılırken çıkan çıngar şimdileri bir çın sesi gibi görülüyor veya politik olarak olgunun oluşmasını istemeyen kişilerin elinde oyuncak oluyor…
Birde şöyle düşünelim, sizler düşünün “ bu yıkım bana ve aileme zarar verecekse ne yapabilirim, yaptırımım ne olur?”…
Düşünmeye devam edin; “ Benim aileme ve çevreme zarar verdiği zaman ne yaparım veya ne yapmam, yaparsam karşı dönüş ne olur?”…
Sizler varsınız çünkü düşünüyorsunuz diye kabul edersem, sizlerde bana “sabırlı olurum, düşünürüm, ne yapmam gerek, bu olguları planladıktan sonra hayata geçirmenin yolunu bulurum”  der misiniz?
Deyip demek sizlere kalmıştır, yukarıda söylediğim gibi Sevmek mi önemli, yoksa bu haşereleri yok etmek mi, yok etmek çözüm mü, yoksa o lağım çukurunu kurutup orada bir daha bu haşerelerin üretmemelerini sağlamak mı?
Ben düşünmesem, siz düşünmeseniz, o haşerelerin sonuç, ilişki sonunda sonları ne olur?  
İşte düşünmeniz gereken bir başka olgu bu…
Ben yazı yazıyorum…
Gelecekte ve şimdiki zamanda,  bu her dönem değişen eğitim sistemi içinde yetişen gençler kendini ifade etmenin diğer yoları da kapatılacak yâda denetime alınıp fikirleri ve düşüncelerini söyleyemeyen bir toplum yaratılacaktır…
Engellenen düşünceler ve paylaşılmayan duygular, sanal ortamlarda yaratılan fikirler ilerde düşünmek yerine silahı ve öldürmeyi düşünen bir topluluk bir insan olursa ne yapar?
Eğitim sistemi değiştikçe bu tür zararlı ve yıkımı başlatacak sanal eğilimlere öncelik verilir…
Evet,
Daha sonrasını düşünün…
Bu eğitim sisteminde mevzun olacak kişilerin ruh ve düşünce yapısı nasıl olacak?
Saygı ve sevgi olacak mı?
Yoksa ölüm ve öldürme içgüdüleri gıdıklanan bir toplum olarak bölünecek miyiz?
Velilere düşünün, ilerde sizlerin canınızı verdiğiniz, yemeyip yedirdiğiniz çocuklarınız nasıl olacak, o canlarınızı bekleyen gelecek bu mu?
Düşünün, kararınızı verirken önce arkanıza bakın sonra çocuklarınıza…
Bir yıl sora değil bir gün sonra o çocuksu ruhları ile size ne türde hitap ve cevap verdiklerini görünce bir daha düşünün…
Çocuklarınızın geleceği hakkında verdiğiniz kararı size mi, yoksa ülkeyi sömürge altına alacak dış güçlerin ve onların uşağı olan sayın denilen siyasetçiler mi sizi yerinize karar veriyor?
Veliler fark yaratın, farkında olmadığınız diğer fotoğraftaki görüntüye at gözlüğü takmadan bakın, o fotoğraf şimdiki zamanda Türkiye’dir…
Bu fotoğraf sizin ve ailenizin fotoğrafıdır, ilerde bu fotoğraf nasıl olacak düşünün?
Veliler aklınız başınıza alın, düşünün, dikkatli olun, sanal oyunlara, siyasi oyunlara gelmeyin…
Lağım farelerinin ürettiği eğitim sistemi hayırlı olmayacak ve bu sitemdeki çalışan kişiler….
Bu kişilere alet olan ve bu sistemin getirisinin ve olacakları görmeyen…
Sonucunu gülerek karşılayan diğer kişi ve kuruluşlar…
Hoş gelmediniz…
Burası Türkiye…
Saygılar…
03-12-2012
Rogg & Nok Genel Yayın Yönetmeni
Cessur Demirali Gürsu