Çarşamba, Temmuz 31, 2013

ÖZEL BÜRO AÇIK BİLGİ PLATFORMU


Sizi de aramızda görmek bize mutluluk verir

MEVZU BAHiS VATANSA, GERİSİ TEFERRUATTIR..
ÖZEL BÜRO :

1)  AÇIK KAYNAKLI BİLGİ TOPLAMA VE PAYLAŞIM GRUBUDUR.

2)  Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, kurumlarına, Milletimizin bölünmez bütünlüğüne yönelik her türlü faaliyeti deşifre etmek ve kamuoyu ile paylaşmak amacı ile kurulmuştur.

3)  Ve bu faaliyetler hakkında, Ulusal & Global medya unsurları ile açık kaynaklar üzerinden bilgi toplamayı ve kamuoyu ile paylaşmayı amaçlamıştır.

4)  Araştırma alanına giren İlgili konular hakkında web ve diğer ortamlarda araştırma yapan bununla birlikte paylaşan bir gruptur.

İlgilendiğimiz konular;

·      Güncel ve Kamuya Mal olan Toplumsal Olayların Analizi,
·      Uluslararası İlişkiler ve Analizi,
·      Uluslararası Psikolojik Harp Uygulamaları ve Analizi,
·      Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları,
·      Devlet ve Terminoloji,
·      Lokal ve Global Terörizm,
·      Mind Control, Zihin Kontrolü, HAARP, Komplo Teorileri,
·      ECHELON, DIG-INT, TEMPEST, TELE-KULAK, İstihbarat Yöntemleri & Cihazları,
·      Global İstihbarat Servisleri, CIA, BND, MI5, MUHABERAT, SAVAMA, MOSSAD VS..,
·      Siyasi Dünya Tarihi,
·      Mizah, Karikatür, Komik Resim, Video, Fıkra,
·      Güncel Siyaset, Tarih Araştırmaları,
·      Ergenekon, Balyoz gibi popüler davalar,
·      Teknolojik Gelişmeler ve Siber Güvenlik,
·      Hacking Yöntemleri ve Hacker Grupları, paylaşmakta olduğumuz konulardır.


MAIL GRUBU WEB ADRESİMİZ : http://groups.yahoo.com/group/OZEL-BURO

Blog’a kaydolmak için buraya tıklayın.

Özel Büro Bilgi Paylaşım Grubu : Hiç bir legal yada illegal kuruluşla organik-inorganik bağı olmadan tamamiyle sivil insiyatifle oluşturulmuş bir mail grubudur.

Aramızda sizi görmek, paylaşımlarımızı sizinle paylaşmak bize mutluluk verir.

En doğru, en kapsamlı ve en ilginç bilginin adresiyiz. Maalesef bu konuda mütevazi de değiliz.

Görüşmek dileğiyle,

ÖZEL BÜRO

SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ

MAIL :
Digi (.) Security (@) isnet (.) net (.) tr

WEB :

FACEBOOK :

TWITTER :

BLOG :

Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR: ABD EYALET SİSTEMİ ve İFLASLAR


ABD EYALET SİSTEMİ ve İFLASLAR

Milli benliğini yitirmiş uluslar, başka milletlerin avıdır.
Mustafa Kemal ATATÜRK

                                                Michigan eyaletinin en büyük kenti Detroit
Değerli arkadaşlar,
Michigan eyaletinde ve ABD’nin en büyük 11. kenti sayılan Detroit iflas etmiş. 2008 de başlayan ekonomik kriz nedeniyle bir zamanlar Amerikan otomobil sanayisinin (General Motor, Ford ve Chrysler) merkezi sayılan Detroit, 18,5 milyar $ borçla iflas bayrağını çekmiş(20.07.2013-Cumhuriyet). Çok kişi kenti terk etmiş ve
  • 78.000 bina boş ve harap durumda,
  • 1950 lerde 2 milyon olan nüfus 700.000 lere düşmüş,
  • Belediye maaş ödeyemiyor,
  • Kentte kalanların ancak %53 ü emlak vergisi ödeyebiliyormuş,
  • Sokak lambalarının %40 ı yanmıyormuş,
  • Ambulansların ancak üçte biri çalışıyor,
  • Suçluluk oranı en yüksek ABD kenti de Detroit olmuş.

Yani ABD de geçerli olan ve herkesin kendi bacağından asılmasına dayanan eyalet sistemi yüzünden, Detroit kenti yardım alamıyor ve deiflas ediyor.

Değerli arkadaşlar,
Bu iflas bana ABD’nin 44. Başkanı Obama’nın 18.1.2009 da başkanlığı devir aldığı sırada yaptığı konuşmayı anımsattı. Bu konuşmada“ABD halkının her türlü savaşa göğüs gerdiğini, bir yıldan daha az sürede çekilecek ekonomik sıkıntıyı hep birlikte atlatacaklarını, birlik ve beraberlik içinde oldukları sürece zirveye kolayca ulaşabileceklerini, bu yokuşun oldukça dik ve uzun olduğunu ama TEK HALK VE TEK ULUS OLARAK bunu başaracaklarını” belirtti. Yani ABD’nin ULUS DEVLET olması gerektiğini vurguladı. Ne hikmetse kendileri için ULUS DEVLETİ önerirken, başkaları için de ULUS DEVLET MODASI GEÇTİ diyerek onların bölünmesi isteniyor.

Güzel ülkemizde de ULUS DEVLET kavramı yıkılmak ve yok edilmek için birçok kurum ve kuruluş iş başında. Ulusal birlikteliğimiz yok edilmek isteniyor. Yani ulus devlet yerine 25-30 eyalete bölünmüş federasyon sistemi öneriliyor. Onlara eyalet sistemi ile iflas edecek hale gelen Dünyanın en büyük ekonomisi ABD’nin yaşadığı ekonomik çıkmazı anımsattıktan sonra güzel ülkemizdeki kentlerimizin gelir ve gider durumlarını anımsatmak isterim. 2012 bütçe sonuçlarının iller bazında gelir gider dengesine bakıldığında 81 kentimizin sadece 13 tanesi kendine yetiyor. Bu kentler de aşağıdaki tabloda görülüyor.

(17.05.2013-Sözcü)
81 ilin 49 unda toplanan gelir, yapılan harcamaların yarısından bile az. 27 ilde ise toplanan gelir giderlerin %30 unu bile karşılayamıyor. Bu ekonomik koşullarda merkezi yönetimle ve ulusal birlikteliğimizle kentlerimiz ancak ayakta kalabiliyor.

Umarım güzel ülkemizi bölmek ve parçalamak için her türlü olanağı deneyen ve de onlara destek çıkanlar bu saptamamı unutmazlar.ULUS DEVLET modası bitti diyerek eyalet sistemine veya federal yönetime geçmek isteyenler de ekonomik açıdan mutlu geleceğimiz için bir kez daha düşünürler.

Sevgi ve saygılarımla (31.07.2013).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR


Salı, Temmuz 30, 2013

Prof. Dr. Cihan Dura : AKP İKTİDARI, ABD’NİN TÜRKİYE’Yİ PARÇALAMA PLANINI UYGULARKEN NEREDEN GÜÇ ALIYOR?

Prof. Dr. Cihan Dura
Bu ülkenin başbakanı her akşam “çapulcular, ayyaşlar, kemirgenler” diyerek esip gürlerken, bakın, ülkemizin güneydoğusunda neler oluyor:
PKK dağı taşı PKK flamaları ile donatıyor. Resmî şehitlik açılışı yapıyor. Ve bunları devletin valisinin, askerinin, polisinin gözleri önünde yapıyor. Bundan daha vahimi yine Güneydoğu illerimizde güvenlik örgütü kuruyor. Yol çeviriyor, kimlik soruyor. Mali örgüt kurarak vatandaştan resmen vergi topluyor. Sokaklara Kürtçe tabelalar asılıyor. Devletin, kendi arazisinde karakol inşa etmesi engelleniyor. Dahası var:  Güneydoğu'daki ilçelerimize PKK kaymakam atamaları yapıyor! Bu “kaymakam”lar, devletin resmi kaymakamlarına uğrayıp onları tehdit ediyor, 'Bizden habersiz hiçbir iş yapmayacaksın' diyorlar.
Gazetelerde, sosyal medyada sık sık rastlıyorum: Duyarlı yurttaşlarımız şaşkın… “Nasıl oluyor bu”diyorlar, “Bu hükümet bu kadar mı âciz, güneydoğumuzda olup bitenlere neden bu kadar kayıtsız? Oysa Gezi Parkı deyince, masum halk gösterileri deyince, hükümetin başı aslan kesiliyor. Söylemedik laf, yapmadık hakaret bırakmıyor.”
Evet, çoğu yurttaşımız böyle şaşkın, kafaları böylesine karışık ama ben öyle değilim. Kendi kendime diyorum ki: “Bunda şaşılacak bir şey yok. İktidar ve onun başındaki şahıs son derecede tutarlı davranıyor.” Şöyle ki, kendileri söyledi, artık saklamıyorlar: PKK ile epeydir, 4-5 yıldır diyalog halindeler, senli benli görüşüyorlar. Sonunda anlaştılar da. Bence şöyle anlaştılar eli kanlı bölücü başıyla: "Size özerkliği verdik gitti. Hedefinize doğru gerekli gördüğünüz somut adımları serbestçe atın, biz hükümet olarak bunları görmezden geleceğiz." Hükümetin sergilediği bu aczin, derin suskunluğun tek açıklaması, bence budur. Öyleyse AKP iktidarından, onun başındaki şahıstan, devletimiz ve milletimiz lehine, onurlu hiçbir davranış beklememek gerekir. Üniter devleti ne yazık ki gözden çıkarmış durumdalar. Ancak daha acı olanı şudur ki, muhalefet partileri, Genelkurmay paşaları, medya, üniversiteler, aydınlar, devletimizin bu ağır çöküşünü seyretmekten başka hiçbir şey yapmıyorlar.
‘***’
Peki, AKP hükümeti nasıl oluyor da böylesine büyük ve kapsamlı, böylesine sorumluluk getirici bir işe cesaret edebildi? Bunun sebepleri ne olabilir? Ben üç sebep görebiliyorum: Birincisi, BOP planı çerçevesinde, arkalarında dünyanın süper gücü ve bunun beslediği iç destekler var. “Sen anlaş, korkma, arkanda biz varız” diyor Amerika. Hükümetin başı, “bize görev verdiler, o görevi yapıyoruz” demedi mi?  İkincisi, devlet olarak varlığımıza son verecek böyle bir girişime karşı çıkabilecek, muhalefet edecek bütün güçleri –aynı plan uyarınca- tasfiye ettiler, sindirdiler: Ergenekon davaları, askerin pasifleştirilmesi, medyanın ele geçirilmesi, üniversitelerin, aydınların susturulması gibi…
Üçüncü ve sonuncu sebep ise, asıl üzerinde duracağım sebep… Yazımın konusu da bu... Şimdi ona geçiyorum.
İnsan, esas itibariyle “mikro” boyutlu bir varlıktır. Kendi küçük dünyasında yaşar genel olarak. O dünyada olanı görür, duyar, ona göre düşünüp davranır, tepki verir. Öncelikle, yaşamak, hayatını idame ettirmek ilgilendirir onu; mutlu olmak ve kendi sonu da olan ölüm ilgilendirir. Öte yandan, insan hayatında öyle olgular, öyle süreçler vardır ki geneldir, makro düzeyde cereyan eder. Birey bunları doğrudan göremez, duyamaz, fark edemez, o dünyaya göre düşünüp davranamaz, tepki veremez. “Kürt sorunu” dedikleri olgu da böyledir. Halk artık şehit cenazelerinin gelmediğini görüyor, fark ediyor. Çünkü doğaldır, günlük hayatının, mikro dünyasının bir parçası olan ölümle ilgilidir. Yıllardır yaşamaktadır da, şehitlik söz konusu olduğu için ayrıca saygı da duyar. Günlük hayatı ile, dinle ilgisi olan bir vakadır. Doğrudan, kolayca gözlemleyebilir bu olguyu. Buna karşılık, devletin bütünlüğü bağımsızlığı, gerçek demokrasi,… ülkenin bir tarafında olup bitenler, bunların toplumla, devletle ilişkisi… Bunları bilmez, üzerinde kafa da yormaz. Kısacası geniş mekânda ve zamanın akışında olup bitenleri fark etmez, etse de bağlantılarını ve sonuçlarını göremez, değerlendiremez.
‘***’
Genellikle zorunlu ihtiyaçlarının etkisin altında olan sade yurttaşın tutum ve davranışları, işte bu özetlediğim şartlar altında şekillenir. Ancak eğer isterse, zaman ve mekânın o geniş dünyasında olup bitenleri de görebilir, değerlendirebilir. Şu şartla ki hayatın o boyutları ile ilgilenecek donanımda olmalıdır. Bunun için de eğitimli olmalı, o dünya hakkında bilgi birikimi olmalı, bilgisini kullanarak muhakeme etmeli, doğru sonuçlar çıkarabilmelidir. Eğitim düzeyine bağlı olarak mikro dünyada kaldıkça, hep bilinçsizlik durumdadır. O dünyayı anlamak için makro düzeyde bilgiye ihtiyacı vardır, makro düzeyde gözlem yapması, bilgi sahibi olması, akıl yürütmesi gerekir. Çünkü orada olup biten, onun küçük dünyasını, onunla ilgili bilgilerini aşar! Çünkü yeteri kadar eğitim-öğretim görmemiştir.
İşte bundan dolayı genel olarak halkımız güneydoğumuzdaki vahim gelişmeler karşısında duyarsız, suskun ve kayıtsız kalıyor. Bu sebepledir ki orada bir kanser gibi bir “devlet”in oluşmakta olduğunu fark etmiyor; belki fark ediyor, ancak ilgilenmiyor, ikinci, üçüncü derecede önem veriyor. Kendisine sabırla açıklansa da, büyük olasılıkla başarı sağlanamayacaktır. Çünkü devletinin bölünmesinin anlam ve sonuçlarının bilincinde değildir. 70 yıllık eğitim sürecinin, ona bu bilinci kazandırmış olması lazım gelirdi; medyanın, siyasetçilerin, aydınların açıklaması, uyarması, bilinçlendirmesi gerekirdi. Ancak yok, hiçbiri yok, hatta tam tersi yapılıyor. Sandığa oy atan halk kitlelerinin büyük kısmı, bu nitelik ve imkânlardan, bu bilinçten yoksun bulunuyor.
Şimdi görebiliyoruz sanırım, üçüncü sebebin ne olduğunu: AKP, halkın işte bu eksikliğinden yararlanıyor, bu eksikliğine güveniyor, bu eksikliğinden güç alıyor. Halkın bu durumundan istifade ederek, hem de onun aleyhine olan, varlığını da, geleceğini de tehlikeye atan işlere girişiyor: Bir yabancı devletin projesine, dış politikasına, kendi devletinin parçalanması pahasına destek ve yardımcı oluyor! Bu sebepledir ki Türk milletinin baş düşmanlarından olan bir terör örgütüne, PKK’ya, âdeta: “Sen anlaştığımız gibi davran, somut ne gerekiyorsa yap. Çekilme, çekilir gibi yap. Hedefin olan özerklik ne gerektiriyorsa ardına koyma. Ben, hiç oralı olmayacağım. Yaptıklarını görmezden geleceğim. Halkın dikkatini de başka taraflara çekeceğim” diyebiliyor.
Şunu da ekleyeyim ki, halk arasında, AKP’ye olan destek eğitim düzeyi düştükçe artıyor, eğitim düzeyi yükseldikçe azalıyor. Düşük eğitimin de bir sonucu olarak sokaktaki adam –mekân ve zaman boyutunda- genellikle toplumsal olaylardan habersiz yaşıyor. AKP bunu biliyor, buna göre davranıyor. “Ben böyle işler yaparım, oy da kaybetmem, bana oy verenlerin büyük kısmı yaptıklarımın, kendi aleyhine olduğunu fark etmez” diyor.
Çare mi? Kısa vadede yok gibi... Uzun vadede ise, görev namuslu aydınlara düşüyor. Halk zamanla bilinçlendirilebilir. Ancak ne yazık ki iyi yetişmiş, ahlakça yüksek aydınlarımız azdır. Kısacası, aşılması zor bir çıkmaz içindeyiz.
Yetmiş yılın gereğince değerlendirilmemiş olması, bize çok pahalıya mal oluyor.
Kaynak : http://cihandura.com/diger-yazilar/244-akp-ktdari-abdnn-tuerkyey-parcalama-planini-uygularken-nereden-guec-aliyor.html

Bülent ESİNOĞLU : İhbar Kutusu ve muhalif avı


Bülent ESİNOĞLU
Türk ordusunun Kemalist subaylarını Amerika’ya jurnallemekle işe başlamışlardı.
Arkasından, ülkenin aydınlarını, parti başkanlarını, gazetecilerini, subaylarını sahte CD’ler ile Silivri zindanlarına koymuşlardı.
Halkın demokratik talepleri yükseldikçe, zora düşen iktidar, halkın yarısını, öteki yarısına, gammazcı yapma niyetindedir.
Komşunuzu gammazlayın diyor.
Niyet ölene kadar iktidar olunca, dibine kadar jurnalcilik en önemli araç oluyor.
Jurnalcilik ve muhbirliğin bu denli temel araç haline getirilmesi, AKP’nin, Amerika ile imzaladığı “İstihbari Fizyon” anlaşmasının arkasından geldi.
CIA, dünyanın en iyi muhbircisi olduğu düşünüldüğünde, yardım almış olmaları, hiç de yabana atılacak fikir değil.
İktidarlar için, jurnalcilik, iktidarları tehlikeye düşünce daha çok başvurdukları bir araçtır.
Tarihte, Jurnalciliğin tavan yaptığı dönem, Kızıl Sultan dönemidir. Sultan’ın zulmü arttıkça, muhalefet te arttı. Jön Türkler ve İttihat Terakki ister istemez yer altı faaliyetine mecbur kaldılar.
Jurnalcilik ve baskı muhalefeti yer altı faaliyetine zorlar.
Jurnalcilik bulaşıcı bir hastalık gibidir.
Bölücüler ve bölünmeden yana olan liberallerin, Türk aydınlarını, subaylarını jurnallediklerini biliyoruz.
Silivri duruşmalarında, gizli ve açık tanıkların Türk subayları aleyhinde nasıl tanıklık yaptıklarını gördük.
 Albay Atilla Uğur’u, Kürt bölücülerinin AKP iktidarına sürekli jurnallemesi, buna en iyi örnektir.
Kürt vatandaşları, komşularına ve arkadaşlarına karşı muhbir olarak kullanmak, bir ülkeyi ayrıştırmak için bulunmaz alettir.
Zaten yegâne amaçları da, ülkeyi, ABD ile birlikte bölmektir.
Televizyonlarda ki, medyatik bölücüler yetmiyormuş gibi, şimdi de, özel muhbir ordusu kurma peşindedirler.
Jurnalcilik, başlangıçta iktidarı güçlendiriyor, halkı sindiriyormuş gibi görünse de, sonunda ters tepecek bir silahtır.
İktidarlara ilk ihanetin jurnalcilerden geldiğini gösteren sayısız örnek vardır.
Roma’yı yakan Neron’u jurnalcisi zehirlemişti.
Jurnalcilik halk ile iktidarların arasını açar, iktidarı zor durumlara düşürür.
İşin sonunda muhbirlik; ne iktidara yarar, ne muhbire yarar, ne de halka yarar.
Muhbirlik barışa, birliğe, huzura yönelik en kirli silahtır.
29.7.2013,

Pazartesi, Temmuz 29, 2013

Bülent Dalkılıç: Silivri Bastil’ine Çağrı!


Silivri Bastil’ine Çağrı!
Bekliyorum! Bir çağrı bekliyorum.
Uyanmış vicdanlardan çağrı bekliyorum.
‘’Türkiye’yi ben yönetirim, yarınları ben yaparım’’ diyebilenlerden çağrı bekliyorum.
Doğaya olan sevginin kaynağında ‘’insan sevgisi’’ olduğunu bilerek, ‘’bir ağaç için ölürüm’’ diyenlerden çağrı bekliyorum. Taksim Gezi Parkı Platformu’ndan ve bileşenleri Türkiye Tabipler Birliği(TBB)’nden, Türkiye Mühendisler ve Mimar Odaları Birliği(TMMOB)’nden çağrı bekliyorum.
‘’5 Ağustos’ta Silivri’deyiz’’ demelerini bekliyorum.
Bekliyorum! Emeğe olan bağlılıklarının, saygılarının kaynağında ‘’insan sevgisi’’ olduğunu düşündüğüm emekçilerden, emek örgütleri DİSK ve TİSK’ndan çağrı bekliyorum.
‘’5 Ağustos’ta Silivri’deyiz’’ demelerini bekliyorum.
Emperyalizmin böl, parçala planı BOP’nin Türkiye’deki eş başkanı Tayyip hükümeti, hukuksuz yargıya dayanarak başlattığı faşizmin temelini ‘’Ergenekon davaları’’ ile attı. ‘’Böldürmeyiz, parçalatmayız’’ diyenleri, yolunda engel gördüğü herkesi Silivri’nin dağ başında kurduğu ‘’Bastile’’ attı. Dün Emperyalist AKP’nin faşizmini, ‘’birlikten yana olanlar, önce vatan’’ diyenler tattı. Bugün Taksim Gezi Parkı direnişi ile başlayan ‘’Haziran İsyanında’’, Türkiye Cumhuriyeti iktidarındaki Emperyalist AKP’nin faşizmini tatmayan, tanımayan kalmadı.
Bekliyorum! ‘’Vatanseverim’’ diyenlerin, ‘’önce vatan’’ diyenlerin, ‘’5 Ağustos’ta Silivri’deyiz’’ demelerini bekliyorum.
Biliyoruz ki faşizm, kurulduğu yerden yıkılır. Bu nedenle AKP iktidarı ‘’Taksim Gezi Parkında’’ değil, Silivri’de yıkılacaktır. Çünkü Bastil Hapishanesi, Silivri’dedir.
Yine biliyoruz ki, bugün yaşanan hukuksuzluklara, adaletsizliklere, haksızlıklara, kör ve sağır olanlar yarınlarımız için kimseye umut olamazlar, kimseyi sözlerine inandıramazlar. Ancak dünü, bugünü görenler ve gereğini yapanlar, yarınlarımıza umut olabilirler.
Yarınlara umut olanlar ‘’5 Ağustos’ta Silivri’deyiz’’ diyenlerdir. Bugün Bastil’in YIKICILARI, özgür yarınlarımızın YAPICILARI olacaklardır.
Bekliyorum! Yarınların umudu olacak aydınlardan, siyasi partilerden, sivil toplum ve emek örgütlerinden çağrı bekliyorum. Yaşadıklarını ve yarın bize yaşam vereceklerini görmek için bekliyorum. Çünkü hala ‘’yapmak için’’ fırsat kaçmış değil.
YAPICILAR, 05 Ağustos 2013, Pazartesi sabahı, umuda uyanan güneş vaktinde Silivri BASTİL’inde buluşuyor. Var mısın?
Bülent Dalkılıç

Cumartesi, Temmuz 27, 2013

Ben Adam Olmam

Ben Adam Olmam
Saygın okurlarım,
Evet,
Ben adam olmam çünkü;
Kimsenin kölesi değilim…
Herkse yardım ederim…
Özgür olarak fikirlerimi yazarım…
Düşünceye düşünmek için saygı duyarım…
Fikri fikir olarak görür saygılı fikir sunarım…
Çapulcu olarak aranızda bulunur saygın insanları dinlerim…
Halk için yazar, halk için okuturum…
Bazen sislere yakın olurum, bazen çok uzak olurum…
Bazı yerlerde yazılarım yayınlanır, bazı yerlerde çıkar için kullanılırım…
Kullanırken kullandıklarını fark etmeyen dostlarıma acırım…
Emek verdiğim kurum ve kuruluşların, sonunu ben görürüm…
Görmek demek göstermek demektir…
Emek ile yapılan işe saygı duymak saygılı olmaktır…
Emek;  güç, fikir, düşünce ile ortaya çıkar…
Düşünen kişi güçlü, düşünmeyen kopya çeken köledir…
Din, İman ile ortaya çıkıp din için halkı sömüren, şeytandır…
Bazı durumlarda kendine başka zim ler ile ortaya çıkıp çıkar için fikir ve düşünceleri silen akılımızdır…
Akılı gibi ortaya çıkan ve çıkar,  için kendi için başkalarını kullanan kişiler ve kurumlar çok mu akıllı, yoksa kendilerinin aklı ile başkaları için kullana kişiler ve kullanılan kişiler arsısındaki ince ayrı çözecek kişi ve kurumlar var mıdır??…  
Sayın demekler saygın kişilik olur mu?
Sorgulamak ve sorgu sistemi nasıl olmalıdır?
Bilgiler arşivlenerek; daha sonra saklayarak bir önceki dönemden bir sonraki olgulara ışık tutulabilir mi, yoksa sahte ampul yakarak gözler kamaştırılır mı?
İşte ben bunları sorguladığım için adam olmam…
Saygılar…
Rogg & Nok Genel Yayın Yönetmeni…

Cessur Demirali GÜRSU