Perşembe, Ekim 03, 2013

Planlı Yasa Uygulamaları: (Bölüm -24-)



Cessur Demirali Gürsu
Dışarıda fakat fikir Suçlusu
Savaş, Barış (13)
Saygın okurlarım,

Geçtiğimiz 30 Eylül, 1 Ekim, 2 Ekim 2013 günlerine sahaya yani sizlerin arasında bulundum at gözlüğü takmadan baktım da yine yeterince halk meydanlarda yok, çabuk unutuyoruz olan olguları, çabuk unutuyoruz yapılan baskı ve zulümleri, gördüm ki  herkes suskun ve tepkisiz

Narko-Terör olgusunu ve Halifenin gizli ordusu ile bağlantısını ben yazmıştım, okulların açıldığı bu ayda yine Narko-Terör faaliyetlerini arttırdı…

Değişik yönlerden değerlendirmeler medyada bu gün yayınladı, gizli izi bilinen ama bilinmezlikten gelinen bu insanlık suçunun iç yüzünü yazan Medya kurumu ben göremedim, manşet olarak güncel olay olarak bakıldı…

Bazı duyarlı halkımız yeterli olmasa da dün sokağa çıkıp andımızı savundu… 

Devrimci olan kişiler, Milliyetçi geçinen Kişiler, sosyalist, komünist, liberal, anti liberal, faşist, antifaşist, dinci, Atayistler; evet, tüm bazı şeyleri siyaset için konuşanlar dinliyor

Gazeteciler tehdit ediliyor, Af örgütü uyarıyor. Bunlar manşet olarak veriliyor. 

Yeterlimi? 

Seyretmek ve tepkisiz dinlemek bir yere kadar iyi bir şeydir, fakat fikrini düşünceni aktarmak daha iyi bir olgudur. Unutmayın sizler halksınız ve bu vatan sizlerin. Sizler korkup sustuğunuz sürece halkın yerine çoğu zaman  çıkar sahipleri yorum yaparak boy göstermelerine engel olamazsınız ve onları pis güncel politikalarına alet olursunuz…

Gördüklerim inanın beni korkuttu suskun halk ne yapar diye düşündüm…

Halk kısaca benim gördüğüm bazı kişiler hariç herkes suskun. İsyan kokusu aldım. Kontrolsüz güç güç deyidir…

Konuşarak tepkimizi doru bir biçimde güçleri birleştirmeliyiz. Sizler yani halkım susuyor, buda psikolojik ve ekonomik baskını bir göstergesi

İçi hava ile dolu bir balona baskı yaparsanız o balonu patlatırsınız. Balon patladığı zaman önce büyük bir gürültü çıkar, daha sonra bu gürültü yayılır…

Bu gürültüyü kontrol etmezseniz, kulaklar ve gönüler sağır olur, dağınık güç tek gürültü yapar. Zaman içinde değişik senaryolarla bu olgular unutulur. Etkili olması için devamlı ve sürekli, devamlı birlik olmak gerekir…

Konuşmanın tam zamanı, hatta konuşmak ve toplu halde düşünme ve bunu uygulamanın, çapulcu olarak eyleme geçmenin tam zamanı

Bu ülkede yapılan gizli darbeyi gören yok mu?

Düşünün, Atatürk, Devrimci değil miydi?

Düşünün, Atatürk, milliyetçi değil miydi?

Düşünün, Atatürk, Müslüman değil miydi?

Düşünün, Atatürk, Emperyalist devletlere savaş açıp ülkeyi bağımsızlığına kavuşturmadı mı?

Düşünün, Atatürk, Bu topraklarda yaşayan herkese Ya bağımsızlık, Ya ölüm demedi mi?

Düşünün, düşündükçe bana kızan olabilir, ben yine de, saygı duyarım. Çünkü ben bir Türk yazarıyım, ünvanlım ne olursa olsun ben bildiklerimi söylerim ve bunları karınca kararınca paylaşırım

Evet,

Din simsarları bana kızarlar, geleceği gören, gelecekte olacakları gören, olacaklar için önlem alan büyük bir kişilik sahibi olan, Mustafa Kemal Atatürk'ü ben ölünceye kadar savunurum. Ve din simsarı kim olursa olsun onu eleştiririm, kalemimi satma, habise, mezara bile girebilirim, ben işte böyleyim...

Şaka yapmıyorum, sizle halkım nasılsın, yüzünüz gülüyor mu, günleriniz tozpembe geçiyor mu?  

Ben düşünüyorum, halkım sizlerde düşünün, Atatürk niye geçmişte kılık kıyafet üzerinde bu kadar durdu, medeniyet niye kılık kıyafetle aynı olur, kara çarşafla kadınlarımız hür ve bağımsız olamaz dedi…

Halkım lütfen düşünün, Atatürk niye, şimdiki zaman diliminde bize medeniyet dersi veren ülkelerden önce kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı verilmesine önderlik yaptı?

Düşünmek göreceli bir kavramdır, ileriyi görmek, ilerde olacakları bilerek önlem almak ise bir bilim ve bunu kavramaktır. İşte Atatürk bu kavramı çok iyi tahlil etmiş bir dünya lideri olarak kadınlar üzerindeki baskıyı kaldırmaya uğraşmıştır ve bunu başarmıştır. Şimdiki zaman diliminde bu başarıyı hiçe sayan bir zihniyet ile yönetiliyoruz ve susuyoruz, savcılarımız Türk savcısı olduklarını unuttular ve susuyorlar, korkuyorlar. 

Buna nazaran Türk halkı sindirilmiş bir vaziyette susuyor…

Adımızı okumak suç sayılıyor. Ufacık öğrenciler tehdit ediliyor ve halkımız susuyor…
Türk olmak ve Türk kelimesinden korkanlara esir olduk, bu ön görü değil geçeğin ta kendisidir…             

1978-1980 arasında değişik senaryolarla bu korku bir kere daha Türk ulusu üzerinde denenmiştir ve de şimdileri bu senaryonun acılarını çekerek değişik senaryolarla din simsarlığı yapılarak halkımız sindirildi, korkutuldu…

Hikâyemizde takip edenler bilirler iki gençten söz etmiştim,  kendi varlıkları olan bir çocuğu büyütmek, korumak ve kollamak için yaşam savaşı veriyorlardı…
Zaten doğan çocuklarını adı SAVAŞ koymalarının nedeni de buydu…

O yıllarda şimdiki oluşum gibi, bu oluşan olgudan korkmamak mümkün değildi, çünkü onlar anne ve baba idi, korkuyorlardı,  yine de hayat devam ediyordu…
Zaman geçmiş 1980 yıl olmuştu…

11 Eylül Perşembe gün öğleden sonra annenin bir kere daha doğum sancıları başladı…
Önceki sefer Savaşı evde doğurmuş ve anne sıkıyönetim olduğu için çok zorluk çekmişti, bir başka hayat, çocuk geliyordu. Hemen eşini ardı. Eşi yarım saat sonra geldi.  Sancılar artmıştı, eşi iki yaşındaki Savaşı alarak ve de zar zor taksi bularak hastaneye üç kişi olarak gittiler…
 Savaş’ın annesi doğumhaneye alındı. Savaş ağlıyor babası ne yapacağını bilemiyordu.
Oradan bulunan hemşire Savaş’a biberon ile süt vermesini söyledi baba hemen yakın bir eczaneden gidip biberon ve bakkaldan Atatürk çiftlik sütü aldı, sütü açtığında içinde bir hama böceği gördü, hemen yakındaki Hıfzıssıhha merkezine götürdü ve tahlil yapılmasını istedi.

Tahlil sonucu sütü şişesinin ağzı açıldığı için daha sonraki kasım ayında verildi. Sonuç mikrop yok dendi…

Baba başka süt alarak hikayemizin geçtiği zaman diliminde hızlıca hastaneye geldi…   

Hemşirenin yardımı ile süt verdi, atını değiştirdi, Savaş sakinleşmişti, zaman geçmek bilmiyordu, doğum daha olmamıştı…

Bir ara Savaş uyuya kaldı babasının da gözleri kapanıyordu yaklaşık 12 saat hastanede doğumu bekliyorlardı…

12 Eylül 1980 Cuma günü, sabaha karşı bu çiftin bir oğlu daha dünyaya geldi, hastanende iken sokağa çıkma yasağı olduğunu öğrendiler, askeri darbe olmuştu…
Bu iki sevgili çift, hem önceki yaptıkları, karıştıkları olaylar yüzünden başlarına geleceklerden korkuyor, hem de olaylar durulur diye sevinmek istiyorlardı…
Sevinmekten bile korkanlar sevinemezler diki

Çünkü sevgisiz bir toplumda sevinmek, sevmek ve de sevinmek olmazdı, olamazdı…

İşte yapılan o zamanki ve şimdiki yapılan psikolojik senaryoların ana teması bu idi…

Sindir ve korkut.

Her zaman ve şimdiki zamanda Türkiye’de yapılan senaryo bu…

Kendimize soralım, öz eleştiri yapalım…

Artık korkup sorunlardan kaçmak mı?

Yoksa sorunların üzerine gitmek mi?

Şimdiki zaman diliminde önümüze konulan bu senaryoyu dikkatle düşünmemiz gereken olgu 2013 yılını sonlarına gediğimiz bu günle de kendimize soracağımız sorular budur…

Bölüm Sonu…

Rogg & Nok Genel yayın Yönetmeni…

Cessur Demirali GÜRSU